Annelik doğal bir içgüdü mü?

Bütün insanlar tarafından dinlenen hoş
bir öykü annelik. Ya da hiç eskimeyen klasik bir şarkı…


 


şimdiye kadar kutsallığıyla bilimsel
araştırmalara, romanlara ve 
şiirlere konu olan duygu. annelik.. “Kutsal”olan bütün her şey gibi o da
sorgulanmadı çok uzun süre.  “Anneliğin kutsallığı” üzerinde durmadı
kimse… Kadının en önemli özelliği bu, toplumun gözünde…


 


Genel anlamda annelikle ilgili söylenen
en önemli şey şudur. “Bütün kadınlar onu tatmalı, anne olmalı mutlaka” derler.
 Peki, annelik ayrıca bir görev mi?
Çalışmak isteyen kadın, kendisini eve hapseden kurallara karşı çıkınca hep  farklı tartışmalar ortaya çıkar.. Çalışma
hayatında olan kadına, doğurduğu zaman çocuğundan uzak kalacağı için, genellikle
“çalışmaması” yönünde öneriler gelir.


 


şimdi bu konuda yazılan kitaplara,
araştırmalara da bir bakalım: Amerikalı Antropolog Jules Henry, 1965 yılında
yayınlanan araştırmasında,  “Annelik
içgüdü mü, değil mi?” diye soruyor. 


 


Elisabeth  Badinter ise “Annelik sevgisi” adlı bir
kitap yazmış. Bu kitapta annelikle ilgili bir çok enteresan fikirler var. Mesela
19. yüzyılda ortaya çıkan “sütannelik” kurumundan söz ediliyor kitapta  O dönemler,  zengin aileler, taşradan getirdikleri
sütannelere, bütün görevlerini devrediyorlarmış. Bu görevliler, sadece evdeki
işlerle ilgilenmez, çocuklara da doğar doğmaz bakarlarmış.  


 


Yoksul çevrelerde yaşayan ve doğum
yapan her üç kadından ikisi, lohusalığı biter bitmez, Paris’e “sütanne” olarak
iş aramaya gidermiş!  Bu arada
geride yalnız bıraktığı kendi çocuğu da kötü beslenir,  zor durumda kalırmış.  Kitaptan öğrendiğimize göre bu da  o bebeklerde ağır hastalıklara yol açıyor
ve her yıl bu çocukların yüzde 64’ü ölüyormuş! Yazarın yorumu şöyle:


 


Sütannelere emanet edilen çocuk, esas
zamanını onu besleyen, bakan  bu
kadınla geçiriyordu. Bu sütannelerin büyük bir bölümü emzirdikleri zengin
çocuklarına aşırı derece bağlanmış, sırf onlarla kalabilmek için evlerine dönmek
bile istememişlerdi!


 


Kitapta hem iyi annenin erdemini
yücelten,  hem de diğerlerinin
sefaletine göz yuman 19. yy toplumunun “ikiyüzlülüğünden” söz ediyor yazar.


 


Avrupa’daki bu sütannelik sistemi, 19.
yüzyılın sonuna kadar yaşamış. Sonra onun yerine “dadılık” sistemi uzun süre var
olmuş.


 


“artık sen anne oldun”


 


Anne – çocuk ilişkileri duruma göre
değişen duygulardan ibaret midir?


Annelik sevgisi var mıdır? Bazı
kadınlarda var olan, diğerlerinde 
ise kendini göstermeyen bu içgüdü nasıl bir şeydir?


 


Yazar,  kitapta bu bağlamda da  bir sürü soru soruyor. O dönemin ekonomik
koşullarında ortaya çıkan “sütannelik” kurumu da,  yazar Badinter’in soru işaretlerini
çoğaltıyor. Annelik denince “içgüdü” yerine,  kadına uygulanan toplumsal baskıdan söz
etmek gerektiğini söylüyor yazar.


 


B.Marbeau ve Cleirens da bu konu
üzerine eğilmiş diğer iki yazar. Onlar da yaptıkları bir araştırmada şöyle
diyorlar:


 


Kadın, anne olabileceği için, bundan
onun sadece anne olması gerektiği değil, aynı zamanda, anneden başka bir şey
olmaması ve mutluluğu sadece annelikte bulabileceği sonucu çıkarıldı!


 


ışte bir sürü kadının da, evlenip çocuk
yapınca işinden ayrılmasının nedeni de burada yatıyor aslında. Toplum ona


 


Sen anne oldun. Diğer her şeyden eline
ayağını çek. En kutsal iş bu çünkü.


 


diyor..  Lee Comer’in “Evlilik Mahkumları” adlı
kitabı da şu soruyu soruyor:


 


Çocukların sorumluluğu yalnızca anneye
mi ait?  Eğer çocuk yetiştirme,
inanmamızı istedikleri kadar doğallikle anaya düşen sorumluluk olsaydı, neden
durmadan hatırlatmaları gerekiyor bize!” 


 


Kötü anne var
mı?


 


Peki, “kötü anne” var mıdır? Sorunun
yanıtını, bizim gibi herkes merak ediyor.


 


Cami önlerine terkedilen çocukları
düşünün. Ya da dayaktan mosmor olmuş  
gözleri ile annesinin döverek hastanelik ettiği minik Sıla’yı düşünün!


 


Annesinin elleri arasında işkence gören
3.5 yaşındaki bu dünya güzeli Sıla’nın yaşadıkları basında yer aldı geçen sene.
Herkes o anneye nefretler yağdırdı. Sonunda devlet baba gelip Sıla’yı annesinin
elinden almak zorunda kaldı.


 


Demek ki “kötü anne” de var! Demek ki
her anne “kutsal“ değil”..  Fakat
genel anlamda topluma ve yargıçlara göre “kötü anne”  yok diye düşünülüyor.


 


Evlilik Mahkumları’ kitabının  yazarı bu konu üzeninde de durmuş:
Boşanma davalarında yargıçların, “kötü bir annenin, annesizlikten daha iyi
olduğundan” söz ettiklerini ve boşanmadan sonra çocuğu genellikle anneye
verdiklerini hatırlatıyor. O’na göre, öyle bir sistem var ki, annenin sadece
varlığının bile (kötü de olsa) 
çocuğun mutluluğunu garanti edeceği, babanın sevgisinin ise bir işe
yaramayacağı savunuluyor!


 


“Sonsuz anne
sevgisi”


 


O dönemlerde (19. yüzyıl) ) kreş veya
yuvaya devam eden çocukların da ruhi gelişmesinin aksayabileceği de
söylenmiş.  Bu çerçevedeki demeçler
o zamanlar çok kabul görmüş. Yazar Comer ise  şunu öneriyor:


 


ışinden memnun olmayan anneler çocuk
için tehlikeli olduğu kadar, sadece görev duygusu yüzünden evde kalan, bezgin
anneler de bu çocukların sağlığı için tehlikelidir!


 


Araştırmacıların, evde kalan mutsuz
kadınların çocuklar üzerindeki etkisini, işinden memnun olan, çalışan
annelerinkiyle karşılaştırarak belirlemesi gerektiğine
inanıyor.


 


Kadınların çalışma yaşamında yavaş
yavaş  var olmaya başladığı o
dönemlerde buna benzer laf edenler çoğalmış:  Bazı araştımacılar ısrarla şunu
kanıtlamaya çalışmışlar:


 


Çocuk, annesinin etrafında pervane
olmasıyla tam bir insan olabiliyor. O zaman kadın da ancak çocuk bakarak tam bir
kadın olabilir!


 


Bu görüşe karşı çıkıyor ve  eleştiriyor.


 


Cinsellikten arınmış bir
annelik!


 


Türkiye’de de son yıllarda bir çok
kitap yazıldı bu kadının rolleriyle ilgili.


 


“Tapınağın Öbür Yüzü” adlı kitapta
Psikolog Leyla Navaro, anneliğin toplumda nasıl algılandığı konusunu ele almış.
 şöyle diyor o da:


 


Aile içinde de saygıyla anılır kadın.
Çocuklarını yetişkin yaşa getirmiş kadın koşulsuz bir saygıyı hak kazanır.
Annelik sorgulanmaz.


 


Bunları vurgulayan Psikolog,  bu doğal mevki ve yetkileri nedeniyle
kadınların ‘annelik’ rollerini yitirmekten bilinçaltı ürktüklerini anlatıyor.


 


Annelik görevleri tükenirse adeta bir
hiç olacaklar, sanki kimliksiz kalacaklar.


 


diyor ve öyle düşünen kadınlardan söz
ediyor kitapta.


 


Peki, anne rolünün cinsellikten
arınmışlığına ne demeli?


 


Yazar Navaro ona da değiniyor
kitabında. Dikkat ederseniz bir kadın çoçuk doğurduktan sonra, kocası ona
“kutsal anne” gözüyle bakar ve genellikle de aldatmalar bu aşamadan sonra
başlar! Kocalar “o işi” başka kadınlarda denerler genellikle
J 
Yazar Leyla Navaro  şöyle
diyor:


 


Sadece anne kimliğiyle yaşamakta olan
kadınlar, onları insan yapan pek çok boyutlar gibi, genelde cinselliklerinden de
vazgeçmişlerdir. Evlilikleri tek boyutlu kalıp, sadece bakım ilişkisi ve düzen
evliliği haline dönüşür.


 


Anneler günü… Annelerin yüceltildiği
bir gün.. Ama bence bütün yaşamda kadın sadece o rolüyle sınırlanmamalı. Yazar
Beauvoir da binlerce kadının sessiz düşüncelerini dillendiriyor. O, kadının
içinde bulunduğu iç acıcı olmayan bu durumu kitaplarında yansıtırken, içindeki
umudu da aktarıyor:


 


Kadın bugün insanlığın giriştiği, hiç
durmadan kendini aşarak varlığını doğrulama hareketine katılmak istemektedir.
Başka bir varlığa can vermeye ancak yaşam kendisi için bir anlam taşıdığı zaman
razı olabilir. Ekonomik ve toplumsal yaşamda rol oynamayı deneyemediği sürece
gerçek ‘Ana’ olamaz.


 


Çocuğun yükünün büyük kısmını
topluluğun aldığı, annenin topluluktan bakım ve yardım gördüğü bir toplumda,
kadının çalışmasıyla analık bağdaşmaz olmaktan çıkacak.


 


Genel kanının tersine, çalışan kadının
gebeliğinin çok daha kolay geçtiğini söylüyor uzmanlar. Kişisel yaşamı zengin
olan kadın, çocuğa bir sürü şey verecektir. Karşılığında ise çocuğundan pek az
şey ister böyle anneler. En iyi eğitici en iyi anne uğraşıp, didinerek ve ter
dökerek öğrenen kadınlardan çıkar.  Dolayısıyla, annelere ve bundan sonra
anne olacak kadınların o yükü tek başına sırtlamamaları gerekir. Yani sonuçta
istenen erkekle eşit koşullarda var olması..


 


Ama belki çok yıllar sonra, yeni nesil
kadınlar, kutsallığı değil, paylaşmayı savunacaklar. “Bizi ‘kutsal’ diye
yüceltip bir yandan da  ezmeyin,
hayatı hep birlikte bizimle paylaşın. Bu toplumda üzerimize düşen yükü azaltın”
diyecekler belki de!.


 


Hayvanlar aleminde
anneler


 


Bu ise tabiatta bazı hayvanların
annelik rolünü nasıl yaşadığına dair ilginç anektodlar:


 


ü     
Kuşların
kuluçkaya yatması, sanıldığının aksine yumurtlamanın doğurduğu yorgunluk ve
yüksek ateşten ve karın duvarına kan toplanması sonucu meydana gelen sinirsel
rahatsızlıktan kurtulmak amacıyla gerçekleşmektedir.


ü     
Kanada
Geyiği’nin kendi yavrusunu kesinlikle öldürdüğü söylenir.


ü     
Kuşlar,
yavrularının beslenmesi için büyük kaygı duyar. Kılı kırk yararak onları besler.
Yavru, bağımsız yaşayacak hale gelir gelmez, bu ilgi düşmanlığa dönüşür. Ve
yuvadan kovulur.


ü     
Göçmen
kuşları, göç etmek zorunda bırakan güdüler, anasal güdülerden daha güçlüdür.
Kırlangıçlar göç zamanı yuvalarını terkeder ve yavruları yok olmak durumunda
bırakırlar.


ü     
Bir balina,
gözünün önünde öldürülen yavrusuna karşı hiçbir müdahalede
bulunmaz.


ü     
Ölüm
derecesinde aç olduğunda, dişi kaplanın yavrunu öldürüp yediği
bilinmektedir.


ü     
Maymunlarda
ana sevgisi hiçbirşeyle kıyaslanamayacak ölçüde büyüktür.


ü     
Yuva yapan
hayvanların en seçkini olan kunduzlarda, yuvanın baş yapımcısı dişidir. Tehlike
dönemlerinde yuvanın sürekli yeri değiştirilir.


ü     
Erkek
kunduz, yavruları besin maddesi sanmaya eğilimli olduğu için genellikle dişi
tarafından yuvadan kovulur.


 


NOT: Bu konuyu tartışmaya açtık.  Siz de ilgili görüşlerinizi kadinvizyon-misafir.blogspot.com/
 adresinde yer alan KadinVizyon
bloguna burayı tıklayarak
ya da ayla.onder@kadinvizyon.com adresi
mail ile gönderir bilirsiniz.