2005 yılının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarken Türkiye’de en önemli konunun “Aile içi şiddet” ve bu şiddete karşı mücadele eden kadınlar.. 2005 yılı 8 martı her yönüyle kadına yönelik şiddeti tartışma platformlarına taşıyacak.. Geçtiğimiz yıl Güldünya Tören adlı kadının öldürülmesi ile birlikte ayyuka çıkmıştı kadına yönelik şiddet. Bu olayın ardından o kadar çok yaşanmışlıklara tanık olduk ki.. Örneğin Zeynep’in birlikte yaşadığı adam, genç kadını 52 yerinden “seyredenlerin” gözü önünde bıçakladı.. Genç kadın bu darbelere rağmen inatla yaşadı. Birlikte yaşadığı bu adamı mahkemeye verdi. Adam cinayete teşebbüsten yargılanmaya başlandı. Ancak Zeynep’in çilesi bununla da bitmedi. Adamın yakınları genç kadını ve avukatlarını öldürmekle tehdit etti..
Kadınlar değil adamlar kenetleniyor!
Güldünya ve Zeynep gibi dramlar medyaya yansıdıkça şiddetin boyutları çıkıyor ortaya. şu açık ki Türkiye’de binlerce kadının şiddet görüyor. Kadınlara yönelik şiddet aynı zamanda onların yaşama hakkını da elinden alıyor. Kadın haklarını korumada kurumlar o kadar yetersiz ki, çok sayıda kadın çaresizlikten sokaklara düştü. Kocalar, erkek kardeşler ve babalar kendilerini kadınların önüne dikip, en temel haklarından yararlanmalarını engelliyor.. Onlara namus uğruna “ceza” biçen bu erkekler, Doğu ve Güneydoğu’da ”Aile meclisi” denilen ve kadınlar adına cinayet örgütü gibi çalışan bir kurumun içinde kararlar veriyorlar.
Kadınlara yönelik saldırılara ilişkin mahkemelerde binlerce dava dosyası var. şikayetleri hakkında yürütülen soruşturmalar genellikle sonuçsuz kalıyor. Evlerinden öldürülme korkusuyla kaçan bu kadınların peşinden yine bu baba, ağabey ya da amcaoğlu her neyse geliyor. Bir “Namis temizleme” uğruna kadınları katletme planları yapıyorlar. Korku ve panik içinde kaçan bu kadınların sığınacağı kurum ise o kadar az ki…
Ödürme bahaneleri çok
Korkudan şikayette bulunmayan kadın sayısı binlerce. Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet “aşk” adına da yapılabiliyor. “Aşkından” (Çoğu kez kendisi ile evlenmeyi kabul etmemişse bir kadın, o erkek onu öldürme hakkı bulabiliyor kendisinde) dolayı ölüm saçan adamı da toplum hoş görebiliyor. Kıskançlık, gelenek bahaneleri kadınların yaşam hakkının önünde duruyor. şiddet tehdidi altındaki kadınlar için “ sığınma evi “ sayıları çok komik sayıda. Pek çoğu yaşadığını “olağan” görüyor ve bu nedenle karşı çıkmıyor bile.. Oysa Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik şiddetin Önlenmesi Bildirgesi kadınlara yönelik şiddeti tanımlamış: “ıster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma.”
”Törem böyle söylüyor!”
Türkiye’de aile içindeki kadının özgürlüğü çok sınırlı. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Kadınlara yönelik “töre cinayetleri” çok sayıda kadının yaşamını aldı. Bu arada töre baskısından korkup intihar eden kadınlar da kayıtlara başka sebeplerle geçiyorlar. Çoğu da zaten intihara bilerek zorlanıyor. Sadece töre cinayete mi? Bu arada çok sayıda kadın da tecavüze ve cinsel tacize uğruyor. Evlerinde ve çevrelerinde yaşadıkları cinsel taciz sonucunda utanca sahip oluyorlar. Kendilerini suçlu görüyorlar. Ki, bu tecavüz yaşı da son yıllarda iyice düştü: Örneğin önceki yıl, 12 yaşındaki bir küçük kız ile cinsel ilişkiye giren 30’e yakın erkek tutuklandı. “12 yaşındaki bir kızın para karşılığında… ırzına geçmek ve şehvet hissi ile alıkoymak, fahişeliğe tahrik ve teşvik, alıkoymak suçuna iştirak”tan bu adamların haklarında dava açıldı. Sanıklar arasında kamu görevlisi de bulunuyordu. Duruşmada yine büyük bir “dayanışma” sergilendi. Burada her şey o kadar tezattı ki. Onlarca kadın o şehirde ayağa kalkıp o küçük kız için kenetlenecekken tecavüz eden adamların yakınları kenetlenmişti. Bu gürüh halindeki insanlar kızın avukatlarına ve az sayıda onunla dayanışmak için gelen sivil toplum kuruluşundan kadınları tehdit ettiler üstelik!
Türkiye’deki kadınların kurduğu bazı sivil toplum örgütleri kadın sığınakları istiyor. Telefonla danışma ve avukatlık hizmetleri veren bağımsız bir kadın örgütü olan Mor Çatı Vakfı talepleri karşılayamıyor. Ki şu an Mor Çatı’nın bir sığınma evi bile yok. Helen var olan ve bazı belediyelerin çalıştırdığı sığınaklar ise çok az sayıda kadının yarasını sarıyor. 1998’de yürürlüğe giren Ailenin Korunmasına Dair Kanun, ev içi şiddete karşı ileri bir mevzuat. Ne var ki bu yasanın uygulanmasında da çok sayıda sorun yaşanıyor.
TV’lere kaçıyorlar!
Özellikle TV’lerdeki “gündüz kuşağı” programları da son günlerde şiddet gören kadınların uğrak yeri gibi oldu. 2005 yılında adına yönelik şiddetin patlama noktası TV’ler oldu. Katılan kadınlar akıl almaz insanlar, akıl almaz hikayeler anlatıyorlar bu programlarda. Örneğin Atv’de BBO yapım şirketinin hazırladığı Ayşenur Aslan’ın sunduğu “Yalnız Değilsin” adlı program bir çok şiddet mağduru kadın için sığınma evi gibi oldu! Kadınlar burada deşifre de olsalar, şimdiye kadarki suskunluklarının acısını çıkarıyorlar! Hiçbir yerde seslerini duyuramamış, hiçbir kurum onu ciddiye almamış.. Ailesinden, kendisine şiddet uygulayanlardan intikam alırcasına 70 milyonun önüne çıkıyor. ızmir’den, Gaziantep’ten, Urfa’dan gelen kadınlar canlı tanıklar önünde öykülerini anlatıyor. Tabii burada tavuk ve yumurta ilişkisi de var. Fiziksel şiddetin yoğun olarak işlendiği diziler, filmler ve bazı haber programlarının etkisiyle insanların şiddete yönlendirilmesi de söz konusu. Ve yine bu şiddetin birinci dereceden özneleri kadınlar.. şimdi de TV’lere “sığınarak” çözüm arama yoluna gidiyorlar. kanal D’deki “Kadının Sesi” programına da “kaçan” kadınlar var! Yasemin Bozkurt’ta burada tecavüze uğrayan kadınlardan, kandırılan kızlara kadar kadar en sert konular işliyor. “Kan içsen de kızılcık şurubu içtim de” sözü sanki bizim atalarımıza ait değil! Kadınlar hiç de “kızılcık şerbeti” yalanına başvurmuyor artık” Evde, sokakta yaşadıkları şiddet, tecavüz her neyse Türkiye halkı ile paylaşıyorlar, çözüm arıyorlar…
Keşke buralar gelip de “malzeme” olmasalar, keşke kendilerini teşhir etme zihniyetine araç olmasalar.. Ama başka yol hangisi? Var mı gidecekleri bir sığınma evi. Hani bu formatı eleştirenlere de ben şunu söylemek istiyorum: “Siz bir sığınma evi açtınız da, onlar mı kapınızı çalmadılar!”
NOT: Bu konu ile ilgili görüşleriniz için mail bekliyoruz. Bir tartışma platformu oluşturabiliriz birlikte..
Mail: ayla@kadinvizyon.com
Bundan tam 148 yıl önce, Amerika’nın New York kentinde, dokuma işçisi kadınlar ağır iş koşullarına isyan ettiler. 8 Mart 1857 tarihinde, sayıları 40 bin dolayında olan dokuma işçileri, 12 saatten fazla olan günlük iş saatlerinin azaltılması ve düşük ücretlerin sona erdirilmesi için büyük bir eylem başlattılar.. O gün, iş bırakıp, kentin sokaklarına çıktılar. Bu eylem kanlı bir şekilde bastırıldı ve onlarca kadın yaşamını yitirdi.. Bu acı olayın ardından yaklaşık 50 yıl sonra, Clara Zetkin, 1910 yılında, 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edilmesini sağladı. ışte o tarihten bu yana, her yıl bütün dünya kadınları, bu günü kutladılar, sorunlarını, taleplerini dile getirdiler…
Dünya Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler’in de gündemine geldi. 8 Mart’ın daha geniş anlamda ele alıp kutlanmasını isteyen binlerce kadın vardı. Ve Birleşmiş Milletler, 16 Aralık 1977 tarihinde, 8 Mart tarihini “Kadın Hakları Birleşmiş Milletler Günü” olarak kabul etti. Böylece, Birleşmiş Milletler’e üye tüm ülkelerde, 8 Mart “Uluslararası Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı.