ıyi ki doğurmuşum seni Utku! ıyi ki doğmuşsun!… nice yaşlara

Hava güzeldi. Işıltılı. Baharın başı!…


 


Oğlum Utku’nun doğum günü bir gün gecikmeli de olsa (hafta sonuydu, pazardı aslında ayın 16sı ama…) okul arkadaşlarıyla sınıfta da kutlandı. Erken kalkmışım, koştur koştur pastasını böreğini al, mumunu maytabını ayarla, hazırlıkları tamamla okula götür. Çocuklar arı gibi. Kimse susmuyor, yerinde durmuyor. şarkılar, şiirler, danslar, espriler… o karmaşaya fazla dayanamadım, öğretmenlerine sabır dileyip ayrıldım yanlarından. Onlar kutlamaya devam etti.


Utku eve döndüğünde büyük bir heyecanla hediyelerini gösterdi. Toplar, künyeler, resim çerçeveleri, biblolar vs. vs. vs… hepsi çok hoşuna gitmiş. 2 de kitap var hediyeler arasında. Biri masal, biri öykü kitabı.


 


Neyse… Ben dinlenmek istediğimi söyleyip uzandım. Uykum var!…


Utku ben uyuyakalınca sıkılmış kitaplardan birini okumaya başlamış.


Kaktım, Utku elinde kitap, peşimde dolanıyor. Ciğer kokusu almış kedi gibi mırıltılı;


 


“Anne şunu oku! Anne çok kısa oku şunu lütfen!”


 


Vaktim yok tabii… nedeni belirsiz bir keyifsizlik, bildik yorgunluklar, aynı tekrarın mecburi ağırlığından baygın hatta sinirliyim. ıstediğim kadar iyi de yazamıyorum. Elimdeki roman dosyası uzadıkça uzamış toparlanmıyor.


 


Utku çaresiz, baktı yapacak bir şey yok, sustu ve gitti.


 


Mutfakta yemek hazırlıyorum, dayanamamış tekrar geldi;


 


“Anne… oku şunu çok kısa.” dedi yine, “hadi ya…”


 


ış güç bitmez, sıkıntı geçmez. Baktım kurtuluş yok… onu da kırmak istemiyorum


 


“Sen oku bana!” dedim dayanamayıp, “yüksek sesle oku, dinleyeyim.”


 


Anlık çözümler bazen işe yarıyor. Bu arada ben de mutfağı toplamış olurum!…


 


Hikaye kısa, aynen şöyle;


 


“Bir gün padişahın biri veziriyle köyleri dolaşıp halkın ne durumda olduğunu öğrenmek istemiş. Birlikte yola çıkmışlar. Ağaçlık bir alana gelmişler. Orada, yaşlı bir adamla karşılaşmışlar. Yaşlı adam, küçük bir fidanı dikmeye çalışıyormuş;


 


Padişah atını durdurmuş.


 


“Ey sakallı baba, “ demiş, “bu bunaltıcı sıcakta ne uğraşıp duruyorsun? Artık senin, bir köşeye çekilip dinlenmen gerek. Bu fidanın büyüyüp de sana meyve vereceği günleri görebilecek misin?”


 


Yaşlı adam gülümsemiş,


 


“Ey sultanım,” demiş, “bu dünya böyle kurulmuş.biri ağacı diker, bir başkası meyvesini toplar.”


 


Yaşı adamın yanıtı sultanın hoşuna gitmiş. Ona bir kese altın vermiş.


 


Yaşlı adam;


 


“Gördünüz mü sultanım” demiş, “benim ağaç şimdiden meyve vermeye başladı.”


 


Bu sözler padişahın hoşuna gitmiş. Ona bir kese daha altın vermiş.


 


Yaşlı adam ikinci kese altını almış;


 


“ışte böyle sultanım.” demiş, “diğer ağaçlar yılda bir kez meyve verirken benim ağacım daha diker dikmez ikinci meyvesini de verdi.”


 


Padişah bu sözlere çok gülmüş. Adama üçüncü kese altını da vermiş. Sonra adamlarına dönüp;


 


“Haydi gidelim artık!” demiş, “bu ak sakallının yanında daha fazla kalacak olursak devletin hazinesi bitecek.”


 


Hikaye bitti, ben güldüm.


Oğlum yanaklarımdan öperken,


“Gördün mü!…” dedi zafer kazanmış bir edayla, “seni güldürdü. Oku demiştim ben sana.”


 


Ellerimden damlayan köpükleri sildim… tebessüm yaşama dair inançları sağlamlaştırıyor.


 


ıyi ki doğurmuşum seni Utku! ıyi ki doğmuşsun!… nice yaşlara.


Çok şey var senden, seninle öğreneceğim.