Kadın Dövmenin Dayanılmaz Hafifliği..

Hatta, eylemcilerin polisi AB Troykası Ankara’dayken özellikle tahrik ettikleri ve böylece oyuna getirdikleri dahi söylenebilir. Ancak bunların hiç biri, polisin kadınlara uyguladığı şiddetin gerekçesi olamaz. Yaşanan olayın ağırlığı, “polisin kötü muamelesiyle ilgili Avrupa’da da örnekler var” yaklaşımıyla da hafifletilemez.


 


Hükümet bu olayın gereğini acilen yerine getirmek zorundadır. Bunu da, AB’yi tatmin etmek için değil, öncelikle Türk kadının kırılan onurunu bir daha zedelenmemek üzere tamir etmek için yapmalıdır.


 


*          *          *


 


Polisin kadınlara uyguladığı şiddet, Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmayan AB çevreleri için arayıp da bulamadıkları fırsatı yarattı.


 


AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, haklı olarak, “Polislerin kadınları dövmelerini TV’den izlerken şoke olduk” dedi. Olayın AB ülkeleri basınındaki yankıları ise Türkiye’nin Avrupalı olup olamayacağının sorgulandığı bir temele oturdu.


 


Oysa Türkiye bu sorgulamayı hak etmiyor. Atatürk ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği aydınlanma devrimi, bu ülkede işleyen bir demokrasinin maddi temelini atmasının yanında, kadını da “eşit yurttaş” olarak taçlandırmıştır.


 


1930’lu yıllarda kadının seçme ve seçilme hakkına dünyada on birinci sırada ulaştığı Türkiye’de kadının devletin güvenlik güçlerince sokak ortasında dövülmesi utanç verici bir gelişmedir.


 


*          *          *


 


Hükümet ciddi bir değerlendirme yapmak zorundadır. Kadına polis dayağı istisnai bir olay mıdır, yoksa “Kemalist düzen yerini daha ıslami bir yapıya terk etmeli” edebiyatının körüklediği ve giderek genelleşen olumsuz bir gelişme midir?


 


Başbakan’ın eşi Bayan Erdoğan’ı protesto eden gençlerin etkisizleştirilmesiyle ilgili görüntüler nasıl bir ipucu veriyor? Başı açık genç kızlara uygulanan şiddet, Bayan Erdoğan’ı da şoke etmiş gibiydi.


 


Bu gençlerden başı türbanlı protestoculara gösterilen tolerans niçin esirgendi, kimsenin sağlıklı bir açıklaması olabilir mi?


 


Peki ya Yargıtay’ın, kocasından dayak yediği için evi terk eden kadının, kocasının altı ay sonra yaptığı “eve dön” çağrısına uymamasını “haksız” bulup nafakadan mahrum etmesine ne demeli? Dayakçı kocanın “karım evi terk etti” diyerek açtığı boşanma davasına karşı mağdur kadının açtığı boşanma davasının “dayağın etkisi 6 ayda geçer” anlayışıyla “dürüstlük kuralına aykırı” bulunmasını, en azından benim algılayabilmem mümkün değil.


 


Bu konuda Yargıtay’ın daha önce verdiği kararları hatırlayınca şaşırmamak elde değil.


 


Yıllar önce, imam nikahıyla ikinci kez evlenen ve kendisine kötü muamele eden kocasından boşanmak isteyen kadının davasını, “imam nikahı da, kocanın karısını terbiye amacıyla uyarması da geleneklerimizdendir” diyerek reddeden bir yerel mahkeme kararını bozan bir Yargıtay kararını anımsıyorum. Gerçek bir hukuk dersi güzelliğindeydi.


 


Bugünlere işte o günlerden geldik. Hükümet, olayı bu boyutuyla da görmezden gelmemeli, kadını bırakın dövmenin, ikinci sınıf olarak dahi düşünmenin dayanılmaz hafifliğine karşı sorumluluğunun gereğini yerine getirmelidir.


Önceki yazılar için, www.ulucgurkan.net