Kuş Gribi mi öldürüyor? Yoksa Bilgisizlik Ve ılgisizlik mi?
Geçen yıldan bu yana konunun doğrudan tarafı olanların dışındaki bir çoğumuz, kuş gribi diye bir vakayı ilk defa duyar olduk. Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde üç bebeğini kaybeden babanın şu sözü her baba için ne denli zor bir durum, “oğlum ‘baba beni kucağına al dedi’ ve yanağıma bir öpücük attıktan sonra can verdi”. Bilemiyorum siz nasıl karşıladınız ancak bir baba olarak bunu kaldıramam. Gerçekten birer gün ara ile üç körpe yavrunun ölmesi ve ailelerin birinin acısı bitmeden diğerini toprağa verirken acıyı da yüreklerine gömmesi içler acısı. Ölümlerin ardından ailelere Allah’tan sabır dilemekten başka yapılacak hiçbir şey elden gelmiyor ama tavuk gribine karşı her birimize ve yetkililere söylenecek çok şey var.
Sorun Ne? Sorumlu Kim? Devlet Nerede? Önlem Alınamaz Mıydı?
Son birkaç gündür yetkililerin söyledikleri kafa karıştırıcı nitelikte. Gerçi birkaç aydır her gün bu konu konuşuluyordu ancak işin içinde ölüm olunca işler değişti. Ortalıkta konuya vakıf kimse de yok açıkçası. Resmen bir bilgi karmaşası yaşanmaktadır. Kimin olayı ne kadar bildiği de meçhul. Yetkililer Van’da ayrı tedbir alıyor, Ağrı’da başka, Balıkesir de başka. Anlaşılan bu konuda hükümetin resmi bir politikası ve hazırlığı da yok. Bilim otoriteleri de maalesef depremde olduğu gibi halkı tatmin edecek net bilgi sunmada başarılı olamıyor.
Üniversitelerin tıp fakülteleri ve veteriner fakültelerinin klinik mikrobiyologlarından başka kimse bu konuda bir şey bilmiyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu da sınırlı sayıdaki doktorun da ne yapacağı belli değil. Herkes bir yerlerde bağırıyor, bir panik almış başını gidiyor. Bildiğiniz gibi doğru dürüst doktor yok, ekip yok. O kadar eksik ve yokluk var ki. Ölen çocukların yakınları yetkililerin ilgisizliğinden yakınıyorlar. Devlet babanın böyle günlerde vatandaşın yanında olması, acıları bir nebze olsun hafifletir. Ancak insanların bilgisi ve bilinci dışında gelişmiş bu tür ulusal nitelikteki soruna sahip çıkmak gerekir. Yalnızca siyasi selam vermek değil, gerçekten yüreği yanan bir ailenin yanında olmak, onlara sahip çıkmak bir daha bu tür vakaların olmaması için kurumlar olarak ne yapılabilirliğini ortaya koymak gerekiyor.
Her Kafa Sağlıklı Olmadığı Gibi, Her Tavuk Da Hasta Değil
TV ekranlarına yansıdığı kadarı ile bölgede işler içler acısı. Neredeyse şehirlerin bile kırsalı anımsattığı bölgenin tamamında, şehir merkezlerinde bile küçük ve büyük baş hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır. Vatandaşın protein kaynağı olan yumurta ve tavukların bir anda elden çıkarmasını istemek, hiç de gerçekçi değil. şu ana kadar 600 binden fazla kanatlının itlaf edildiği yetkililer tarafından belirtiliyor. Tabii bütün hayvanların hasta oluğunu söylemek yanlış olur. Hükümet ile toplantı yapan bazı çevreler kapalı kümeslerdeki diğer yüz binlerce kanatlının da devlet tarafından parasının ödenmesi koşulu ile yok edilmesini istemektedirler. ACABA BıRıLERı BU ışTEN ZENGıN Mı OLMAK ıSTıYOR? Sorusu doğal olarak akılları terk etmiyor.
Vatandaşın evinin bir parçası olan tavuğundan koparılmasını istemek zor. Bilinen özdeyiş ile “altın yumurtlayan tavuk” örneğindeki gibi, tavuk vatandaşın günlük geçimi için son derece önemlidir. Vatandaş devlete tavuğunu teslim etmemek için hayvanlarını saklamaktadır. Doğal olarak belirli bir bilinç olamadığı için de hastalanan tavuğunu telef olmasın diye yemeye çalışıyor. Nihayet Doğubayazıt’taki olayda böyle gelişmiştir. Bir tavuk işletmecisi TV ekranları karşısında tavuğunun hasta olamadığını göstermek için tavuğun kafasını ağzına alıyor ve öpüyor. Kimi bağrına basıyor. Olacak iş değil. Bu kadar cehalete ne demeli. Tabii hemen sormak lazım, neden bu insanlar halen eğitimsiz ve bilinçsiz. Bunun da bir nedeni olması gerekir. Sanırım hepimiz bundan sorumluyuz.
Hayvan Hakları ıhlali Yaşanmaktadır
Ekranlara yansıyan görüntüler yine tüyler ürpertici nitelikte. Beyaz ve acayip (astronot tipli) giyimli yetkililer, mahalle aralarında çocuklara toplattıkları tavukları torbalara koyarak diri diri çukura atıp üzerini toprak ile örtmesi veya benzin dökerek canlı canlı yakması yüreklerimizi burkuyor. Resmen bir hayvan katliamı yapılamaktadır. Dünyanın başka bir bölgesinde olsa hayvan hakları savunucuları ayağa akaklar. Kazılan çukurlardan kaçan tavukların yetkililer tarafından yeniden yakalanıp kuyuya atılması ve üzerine dozer ile toprak kapatan görüntüler tüm Türkiye’de üzüntü yaratmıştır.
AB standartlarında hayvanların büyütüleceği alanların genişliğinin ne olması gerektiği bile belirlenmiştir. Hatta hayvan hakları dersleri de veteriner fakültelerinde okutulmaktadır. Ancak ülkemizde bırakın hayvan haklarını savunmak, biz daha insanların temel haklarına savunamadık. Dünyanın her tarafında hayvan hastalıkları söz konusu olduğu zaman karantina tedbirleri alınabilir. ıngiltere’de deli dana hastalığı söz konusu olduğunda bilim kurulu belirli bölgedeki hayvanları itlaf etme kararı verdi. Kaldı ki kuş gribinin aşısı var. Ama bizler yanlış politikalar sonucu, elimizde var olan aşı merkezini bile kapatmış durumdayız.
Etik Sorun Yaşanmıştır
Bugün bu dilsiz ve sağır hayvanlara yapılan resmen bir insanlık ayıbı. Bu anlayış insanın kendisini dünyanın efendisi olarak görmesinden kaynaklanıyor. ınsan her şeyin sahibi o yaşamın her unsurunu belirler.
Tabii bu da insanın felsefe ve ekoloji bilgisinin yetersizliğinden kaynaklanıyor. Bilemiyorum ileride insanlar bizlerin bu anlayışını nasıl değerlendirecektir. Ancak şimdiden söyleyelim ki bizleri barbar olarak tanımlayacaklardır. Bugün dünyanın bir çok bölgesinde insanın yaşadığı bir çok bulaşıcı hastalıktan dolayı o bölgenin tüm insanlarını yok etmeyi düşünürümsünüz. Verem, kolera, veba halen dünyanın baş belası salgın hastalıklar. Bunlara karşı toplum sağlığının gerekleri sağlıkla ilgili bilim insanları tarafından yerine getirilir. Ancak bu bölgenin insanları dünya için tehlike saçıyorlar diye çukurlara canlı canlı toplatılıp üzerine benzin dökülmez.
Unutmayalım bu dünyada her canlının ekolojik yaşama bir katkısı vardır. Her canlının, insan dahi, bir doğal koruma mekanizması ve savunma sistemi vardır. Kuş gribi de bu doğal mekanizmalardan biri diye düşünüyorum. Sanırım veterinerlerin ve zoologların bir açıklaması olacaktır.
Kuş gribi olayı bir etik sorun olarak algılanmalıdır. Hayvanlara karşı nasıl davranılacağı ve hastalanması durumunda ne yapılacağı benim de üyesi olduğum “biyoetik” derneği tarafından yeniden düşünülmelidir.
Köy Tavuğu Olmadan Nasıl Ekolojik Tarım Ürünü Yetiştireceğiz
Bir taraftan organik tarımı geliştirelim derken, Sağlık Bakanı kuş gribi ile mücadele için “köy tavuğu ve köy yumurtası kavramı tarihe karışmak zorundadır” diyor. Diğer taraftan doktorlar çocuklara köy yumurtası önermektedir. Çoğumuz da halen pazarda köy yumurtası arar dururuz. Köy yumurtasının sağlıklı olduğu konusundaki tartışmasız üstünlüğü önerirken, diğer taraftan köy tavuğu yetiştiriciliği artık tarihe kavuştu demek vatandaşın kafasında çelişkiler yaratmıştır. Tabii bunu köylülük belirleyecektir. Çünkü toplumumuzun çoğunluğu halen kırsalda yaşamaktadır. Köy ile kent arasındaki temel ayrımlardan biri köylerin doğa ile iç içe yaşamalarıdır. Bu niteliği gereği tavuk, ördek, koyun keçi, inek ve bir binek veya yük taşıma hayvanı at veya eşeği olur. Bunlar köylülüğün vazgeçilmezleridir. Bu nedenle tavuksuz-ineksiz bir köy düşünülemez.
Kuş Gribi Konusunda Önlemimiz Var Mı?
Pekâlâ, sorun nedir? Neden ülke olarak bu veya benzeri durumu çok önceden öngöremedik? Binlerce yıldır yaban kuşların iklimin etkisine göre göç ederek yer değiştirdikleri güzergâh üzerindeki ülkemizde bu hastalık görülmüyor muydu? Anadolu coğrafyasının kuzeyden gelen kuşların ülkemizden geçtiği bir göç yolu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki bu hayvanlar bu virüsü taşıyorlar. Pekâlâ, neden bu hastalığa karşı önlem almadık? Yoksa bu güne kadar köylerde aralıklarla birden bire ölen tavuklarınki kuş gribiydi de biz mi bilmiyorduk?
Bilinçsiz Kırsal Halen Ne Yapacağı Konusunda Aydınlatılamadı
Sonra bu işi neden bu kadar büyüttük, onu da anlamakta zorlanıyoruz. Dünyanın her tarafından bu tür salgın hastalıkları olmakta ve buna uygun önlemler alınmakta ve toplumda belirli konularda uyarılmaktadır. Bu hastalık doğu bloğu ülkelerinde de görüldü ancak toplum bilinçli olduğu için, ne hasta tavuklar kesilerek yenildi ne de hayvanları yakalamak için kullanılan eldivenler uluorta sokağa atıldı. Ülkemizde ölen çocukların bağışıklık sistemi zayıf, aile bilinçsiz, ölü hayvanı uzaklaştırmak için kullanılan eldivenler sokağa atılmış çocuklar da o eldivenler ile oynaması ile hastalık bulaşmıştır.
Sorun toplumsal sağlık bilinci eksikliği yanında temel bilim bilgisi eksikliği yaşanmıştır. Temel biyoloji bilgisi dâhilinde yumurta ve tavuk etlerinin 70–80 C derecede ısıtılması veya kaynatıldıktan sonra işlem görmesi için toplum aydınlatılır. Hayvanlarını kısa süreliğine de olsa kümeslerde tutulması önerilebilir. Hasta tavuklara dokunulmaması, ölenlerin ise eldiven kullanılarak ortamdan uzaklaştırılması ve toprağa gömülmesi öğretilebilir. Son iki haftadır ortalıkta çok söz var, ancak icraat yok.
Hayvanat Bahçesi Yetkililerinin Duyarlılığı Örnek Niteliktedir
Bu konuda Ankara Hayvanat Bahçesi Yetkilileri çok yerinde bir tedbir alarak, kuşların bulunduğu yerin etrafını plastik branda ile kapatıp dışarı bırakmamaktadır. Nesli tükenmek üzere olan sınırlı sayıdaki kanatlıyı kuş gribi var diye toplayıp yok etmek mi gerekir? Yoksa akılcı önlem mi almak gerekir?
Devletin Bilime Verdiği Önemin Yansımasını Yaşıyoruz
Sorun biyoloji biliminin ilgi alanı içindedir. Tarım, hayvan, gıda ve besin zincirinin son halkası olarak insan sağlığını ilgilendiren bütün süreç biyoloji biliminin temel ve uygulamalı bilim dalları içinde oluşmaktadır. Ülkenin geleceğini planlamak, uzun ve kısa sürede olası sorunlar ve planlar yapmak, çoğu zaman akla bile gelmemektedir. Bu kuş gribi süresince görülen manzara, konuyu birinci elden anlatacak ve toplumu ikna edecek bilimsel otoritenin olmasıdır. Bu kabahat üniversitelerin değil, bu konuya gerekli ilgiyi maddi ve manevi olarak göstermeyen yetkililerindir. Bilindiği gibi ülkemizde temel bilimlere, çok para kazanmadığı için çok fazla ilgi gösterilmiyor. Bugüne kadar yapılan yanlışların temelinde popüler kültüre yapılan yatırımın daha çok oya dönüşeceği üzerine kurgulanmıştır. Daha önce temel bilimlerin önemini belirtmek için “kuşun nasıl uçtuğunu bilmeyen uçak yapamaz” diye yazmıştım. şimdi aynı yerdeyiz.
Biyoloji/Zooloji bilimi yönünden üvey evlat muamelesi görmektedir bilim kuruluşlarımız. Konunun bir diğer alt alanı olan mikrobiyoloji çok daha önemli olup ülkemizde sağlık nedeniyle tıp fakültelerinde biraz işlenmektedir. Dünyada fakülteleri bulunmaktadır. Ülkemizin bütün bu konuları bugünden düşünerek geleceğe yatırım yapması gerekir.
Hayvanların Öldürülmesinde Bilim Kuruluşlarının ızni Var mı?
Ancak bizde herhangi bir bilim kurlunun kesin olarak saptadığı ve verdiği bir karar yok. Bakanlıklarda yapılan açıklamada elimizde yeterli eleman yok deniyor. Ancak biliyoruz ki Tarım Bakanlığında bir zamanlar 60 bin olan ziraat mühendisi, veteriner ve teknisyen sayısı yanlış politikalar sonucu bugün 25 bin civarına geriletilmiştir. Sorun yanlış politika sonunu bugün adamsızlık bahanesi ile çaresizliğimizi belirtiyor. Neredeyse son 20 yıldır tarım bakanlığı ciddi anlamda sınav ile eleman almamıştır. Hep sağdan soldan bakanlığa geçiş yapan elemanlar ile durum idare edilmeye çalışılmaktadır. Bir şandan binlerce ziraat mühendisi ve veteriner hekimin işsiz olması bahane edilerek ilgili fakültelere ilgisizlik yaratılmakta; diğer tarafta yaşanan en küçük bir sorunda ise ne yapalım eleman yok deyip işin içinden çıkı verilmektedir.
Manisa’daki “Tavuk Aşıları Üretim ve Tavuk Hastalıkları Araştırma Enstitüsü” Neden kapatıldı?
Sonra belirli kuşların da ana vatanı niteliğindeki bu ülkede kuşlardan kaynaklanacak hastalık taşıyıcı vektörler ile ilgili ne tür işlem yapıldı, bunu sormak gerekir. 7 Ocak 2006 tarihli Can Dündar’ın Milliyet gazetesindeki yazısı 1982 yılında Manisa’da bu konu ile ilgili bir enstitünün kurulduğu ve iki yıl önce de zarar ediyor veya kar etmiyor diye kapandığını belirtiyor. Can Dündar’ın konu başlığı “Kuş gribi konusunda esprideki gibi- Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük araştırma enstitüsünün Türkiye’de olduğunu biliyor muydunuz?”
ıki yıl öncesine kadar Manisa’daki “Tavuk Aşıları Üretim ve Tavuk Hastalıkları Araştırma Enstitüsü”nün koruyucu eğitim de verdiği ve hastalığın aşısını da ürettiği belirtiliyor. Veteriner Hekimler Derneği Dergisinin geçen ayki sayısında Sayın Adnan Serpen bu Enstitü’de bir veteriner hekim ve müdür olarak 11 yıl görev yaptığını belirtiyor. Ve Enstitünün gelişimini şöyle belirtiyor, 1982’de Manisa’da kurulan Enstitü UNDP’nin ve FAO’nun da desteği ile 1987’den itibaren aşı üretimine geçmiş; ıngiltere ve Macaristan’dan bilgi transfer edilmiş; piyasaya daha bol ve ucuz aşı sağlanmış; üretilen aşılar Orta ve Uzakdoğu’ya ihraç edilir olmuş.
1988’de, 1990’da, 1996’da uluslararası Tavuk Hastalıkları sempozyumları düzenlenerek yabancı uzmanlar yerli üreticiyle buluşturulmuş. Bilimsel araştırmalar yapılmış. 1993’te hastalık Marmara’da göründüğünde Enstitü tavuk yetiştiricilerinin imdadına koşmuş, hastalığı ve aşıyı anlatan bir kitapçığı ücretsiz dağıtmış. Ancak 2003 yılında elektrik masrafı ve diğer giderleri yüksek bulunduğu için kapatılmaya karar verilmiştir.
Sayın Serpen’in belirttiğine göre Manisa Araştırma Enstitüsü şimdi teçhizat ve ekipmanlarıyla birlikte ızmir’de farklı bir alanda hizmet veren başka bir enstitü içinde bir odaya hapsedilmiş durumdaymış. şimdi ızmir’deki o enstitüyü de kapatmaya hazırlanan Tarım Bakanlığı, yapılan reorganizasyonla Veteriner ışleri Genel Müdürlüğü’nü de kaldırmış.
Pekâlâ, bu denli alt yapısı oluşmaya başlamış bu enstitü neden kapatıldı?
Sorun yalnızca masrafların yüksek olması mı yoksa devlete ait her şeyi elden çıkarma furyasının bir devamı mı? Yoksa başka yerden serum almak daha mı kolay? Hem de aracı firmalar ve kişiler kar mı ediyor? Ya ölen canlılar ve çocuklar?
Tarım Kuruluşlarına Peşkeş Mi Çekiliyor?
Maalesef ülkemizin ilk şekillendiği dönemde tarımsal çok sayıda araştırma kuruluşu kurulmuştu. 1924 yılından itibaren her alanda araştırma kuruluşları kurulmuş, hastalık ve zararlılara kaşlı zirai mücadele, hayvan hastalıkları, bitki yetiştiriciliği, tohumculuk enstitüleri kurulmuştu. Vaktiyle Ülkemizde toprak su teşkilatı vardı ve ülkenin her tarafına hem hizmet götürüyordu, hem de bilimsel araştırma yapıyorlardı. Üniversitelerin de çok sayıda araştırma birimi vardı, araştırmacı özelliği vardı. Bütün tarım işletmeleri teker teker elden çıkarılıyor, var olanların arsaları kimlere peşkeş çekilecek belli değil. Maalesef ülkemizin en ciddi sorunu olan devlette devamlılık ve kurum kültürü, yerini siyasi kayırmacılığa bırakıyor. Sistemin kişilere bağlılığı ve çok oynak olan siyasi yapısı gereği, kısa sürelerle birbirinden farklı bakış açısına sahip insanların yönetime gelmeleri ile herkes kendi kadroların kuruyor. Yeni gelen kadrolar, geçmişin gelişmelerini bilmedikleri için bir çırpıda bir çok şeyi söküp atabilmektedirler. Böyle olunca hiç kimse uzun süreli plan ve program yapamıyor. Bu da bugün bir bütün olarak yapıyı kilitlemiş, verimlilik yok ve ciddi bir laçkalık ve güvensizlik yaratmıştır.
Özetin özeti ise yaşanan kuş gribi sorunu bilgisizlik, ihmal ve sorumsuzluğun sonucudur. Dünyanın organize olmuş bir ülkesinde, bu tür sorunlar çok hızla önlenebiliyor. Bir kez daha gördük ki, en küçük bir sorun da bile organize olamıyoruz. Kimin ne yapacağını bilmediği görülüyor. Ortalıkta konuyu bilen yetkili organ yok. Binlerce sağlıklı kanatlı hayvanı zamanında gerekli önlemleri almadığımız için kolay yoldan itlaf etme gibi kolay bir yolu seçerek üstesinde gelmeye çalıştık. Umarım bunun arkasında birilerinin zenginleşmesi çıkmaz.
Bir kez daha gördük ki, sorun insan kaynaklı. Temel sağlık bilgisi eksikliği yanında devletimizin bilime verdiği önemin boyutu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Binlerce yılık doğal kuşların geçiş yolunda yaşanan doğal bir olay yıllardır ve bugün süren ihmalkârlıklar sonucu büyük bir felakete kapı aralamaktadır. Anadolu insanı eğer bu kadar fakirleştirilmeseydi, her halde hasta tavuğunu yemezdi. Biraz da bu cepheden bakalım. Sorun, öncelikle bütünsel bakamamaktan kaynaklanıyor. Sorunun yoksullukla bağı kurulamıyor.
Organize olmuş, bilinçli ve bilgili bir toplum yaratma dileği ile nice yıllara ve bayramlara.