Hepimizin bildiği gibi ülkemiz bugünlerde çok farklı bir süreçten geçmektedir. Doğal olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle biraz tansiyon da yüksek.. Her nedense Cumhurbaşkanlığı seçimi dönemleri hep krizlere neden olmuştur. Sonrasında beklediğimiz süreçler yaşanmış. Geçen yüzyılda soğuk savaş sürecinin de etkisiyle ülkemiz on yıl ara ile darbelere maruz kalmıştır. Tabii her darbe sonrası ülkemiz demokrasisi yara almış, siyaset geriletilmiştir. Sanırım siyaset bilimcileri bu konuyu çok daha farklı boyutlarda değerlendirmektedirler.
12 Eylül 1980 tarihinde yapılan son askeri müdahale sonradan 1982 yılında yeni baştan bir anayasa hazırlayarak müdahaleyi meşrulaştırmış ve dönemin Genelkurmay başkanını da anayasa oylamamsı ile birlikte Cumhurbaşkanı seçtirmiştir. Bugün mevcut anayasaya göre Cumhurbaşkanı seçimi için TBMM’nin kaç milletvekili ile açılması konusu bile anayasa profesörlerini ikiye ayırmış durumdadır. 2002 yılında yapılan genel milletvekili seçimine katılan oyların yarısının görüşleri bugün TBMM’de temsil edilmemektedir. Milletvekili seçilmek için bazı illerde 20 bin oy yeterli görülürken, hiçbir ülkede olmayan %10 barajı nedeniyle milyonların oyu dolayısıyla düşünce ve istekleri parlamentoya yansıtılamamaktadır. Kullanılan oyların parlamento aritmetiğine yansıması da temsilde adaleti sağlamaktan uzak bulunmaktadır. Milletvekili seçimi koşulları artık parti liderlerinin iki dudağı arasında konumuna gelmiştir. Halkın ön yoklama veya partinin yerinde halkın nabzına dayalı aday belirleme anlayışı yerine parti genel başkanı adayları belirlemektedir.
Ancak daha sonraki tüm iktidarlardan beklenen sivil bir anayasa yapıp normal demokratik bir sürece geçmek yerine iktidarda kalmayı ve yasaların verdiği olanakları kullanmayı benimsemişlerdir. Bugünkü sorunlarda temelde geçmişte yapılan yanlış uygulamalar bulunmaktadır. Veya demokrasimizi günün koşullarına göre yenilemememizden kaynaklanıyor. Dünya sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş yaparken, bizler toplum olarak çoğumuzun okumadan, anlamadan 1982 yılında onayladığı anayasa ile yönetilmeye çalışıyoruz. Bugün başta üniversiteler, anayasanın ilgili YÖK maddeleri nedeniyle ciddi zorluklar içinde bulunmaktadır.
Bir şey Değişsin Her şey Değişir
Bütünü ile sağlıklı bir anayasamızın olmamasından kaynaklanan nedenlerden dolayı açıkçası çağdaş bir topluma yakışmayan bir çok kısır döngünün içinde birbirimizle çatışıp duruyoruz. ıç çatışmadan dolayı da ülke olarak çok verimli ve üretken olamıyor. Her defasında ülkenin tamamı kaygı ve güvensizlik hissi yaşamaktadır. Dünyada Cumhurbaşkanlığı seçimi yapan ülkelerde kimlerin potansiyel aday olduğu belli ve vatandaş ona göre tercihini yapabiliyor. Ülkemizde yaşananlara bakınca üzülmemek elde değil. Halen Cumhurbaşkanın kim olacağı ve kaç adayın katılacağı, ana muhalefet partisi ile iktidar partisinin görüşüp görüşmeyeceği belirsizliği ciddi şekilde toplumu germektedir. Bütün siyasilere sorulması gereken soru neden bu duruma geldik? NEDEN TÜRKıYEYE YAKIşIR ÇAğDAş BıR ANAYASA YAPMADINIZ?
Neden biz halen az gelişmiş ve sistemden kaynaklanan sorunlardan dolayı bir biri ile kavgalı gösterilmekteyiz? Bu durum bize yakışıyor mu? Bir reklamda belirtildiği gibi “bir şey değişsin bir çok şey değişir”. Bugün yaşadığımız bir çok sorunun temeli 1982 anayasasından kaynaklanıyor. Sorunu böyle görmek gerekir. Anayasa çağdaşlaştırdığı zaman ülkemizin de daha rahat demokratikleşeceği beklenilmektedir.
Bölgedeki Ayrışma Ülkemize de Sıçratılmak ısteniyor
Bölgemizde gelişen ve Büyük Ortadoğu Projesi olarak da adlandırılan ve ülkemizi de kendisine ortak ettiren süreç toplumları ayrıştırmak, insanları birbirine düşman etmek için yapmadık oyunlar bırakmamıştır. Toplumların birlikte yaşam yerine ayrıştırmayı, Mısır, Fas, Cezayir, Lübnan, Filistin, Irak, Türkiye, ıran’da her an yaşamaktayız. Ülkemizde çeşitli ayrıştırma denemelerinin son halkası olan ve bugün çok tartışılan laik anti-laik çatışmasına kadar sürüklenmiştir.
Bölgemizin içinde bulunduğu ve temelinde petrol ve doğalgaza bağlı enerji kaynaklı çatışma alanı ve bunun yarattığı kaos bir süre daha devam edeceğe benziyor. Tabii batının gelişmiş ve örgütlü ülkelerinin bilinen politikaları, başta Irak politikası olmak üzere, ülkemizi de derinden etkilemektedir. Bu politikalar ülkemizin ekonomik ve sosyal politikalarını ve yaşam biçimi eksenini değiştirmeye zorlamıştır. Toplumun yoksul ve varsıl diye ayrıştığı ve ayrışmanın derinleşmesi ile birlikte artan sosyal sorunlar gün geçtikçe yönetilmekte zorlanmaktadır. Toplumun yaşam ekseninin kaydırılması doğal olarak kaygıları da beraberinde getirmektedir. Bütün bu süreçle doğrudan ilgili olduğunu düşündüğüm gelişmeye bağlı olarak ülkemizde hızlanan Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci ile birlikte bir anda toplumda meydana gelen kaygı ve korkuların sonucunda bir çok insan kendisini Ankara Tandoğan ‘da buldu. Tandoğan ve Anıtkabiri dolduran ve bu denli olacağı beklenmeyen kalabalığın yarattığı etki şimdi bir başka ayrışmayı ortaya koymuşa benziyor. Kim katıldı kim katılmadı? Kim sınıfta kaldı, kim kalmadı? Kim hangi safta yer aldı, kim almadı? Analitik ayrışmalar ortaya çıktı. Tabii burada sorulması gereken soru bu durumdan kim karlı, kim zararlı çıkıyor?
Bu tartışmaya üniversitelerdeki hocalarımızın da katılması anlamlıdır. Çünkü toplum üniversitelerden objektif değerlendirme yapmasını beklemektedir. Bilim insanı olarak insan ve doğadan yana, demokratik yaşanabilir bir toplum yaratmak için toplumu aydınlatmak görevlerimiz arasında bulunmaktadır. Üniversitelerin bu anlamda taraf olmaları doğaldır. Arkadaşlarımızın web üzerinden mitingi değerlendirmek istediklerini görüyorum.
Mitingdeki Farklılıklar Nelerdi?
Ben bir çok yönden 14 Nisanda Ankara’da yapılan mitingin önemli mesajlar içerdiğini düşünüyorum ve miting bir çok yönden ileride daha çok tartışılacaktır.
ADD’nin öncülüğünde gelişen ancak çoğu kişinin kendiliğinden katıldığı miting, örgütlenme ve yurttaşların sorunlarına sahip çıkması bakımından önemli görülmektedir. Sağlıklı demokrasiler için istesek de istemesek de bu tür mitingler anlamlıdır. Genel kabul gören bu miting bugüne kadar yapılanlardan bir çok yönden farklı nitelik taşımaktadır. Mitinge katılanların sayısı önemli değil, ancak bir araya gelme şekli ve söylemleri farklı. Miting kimsenin zoru ile toplanmamış, tam tersine sivil ve bireysel katılım ile gerçekleşmiştir. Miting Ece Temelkuran’ın Milliyet gazetesinin 20.4.2007 tarihli köşesindeki “DEğışECEğıZ” adlı yazısında belirttiği gibi “bu ülkede utanmadan ve korkmadan yaşamak isteyenlerin vicdani tepkisiydi. Sivildi! Vicdaniydi! Demokratikti!
Mitingdeki söylemler:
Halkın coşkulu katılımı nasıl değerlendirilmeli? Ne anlama geliyor?
Hükümetin ve sayın TBMM başkanının miting öncesi darbeci uyarısının etkisi ne oldu?
Özelleştirme, ABD ve AB karşıtlığı ne anlama geliyor? gerçekçi mi?
Halkla STÖ’ler arasında duygu ortaklığı ne kadar?
Tam bağımsız Türkiye söyleminin etki ve önemi nedir?
Üniversiteler bu mitingde nerede yer aldılar? Daha ne yapmaları beklenirdi?
Mevcut durumda üniversiteler Türkiye’nin geleceği açısından ne düşünüyor?
Hepsinden önemlisi halkın darbe arayışından daha çok siyaseti ve sivil
inisiyatifi göreve çağırması nasıl değerlendirilmelidir? Bu anlamda miting ne anlama geliyor?
Miting kime ne mesaj verdi? Türk siyaseti bundan ne ölçüde etkilendi? Bundan sonra siyaset satır aralarındaki söylemlerden yeni politika üretebilecek mi?
Gerekli mesajlar alındı mı?
Mitingi kuşku ile karşılayan diğer sivil toplum örgütleri, sonucu nasıl karşıladılar? Eleştiri ve kaygıları neydi?
Basının mitingdeki rolü ne oldu, nasıl değerlendirilmeli? Medyanın bir kısmı soruna neden sahip çıkmadı?
Bu süreçle bağlantılı olarak Nokta dergisinde yapılan arama nasıl değerlendirilmelidir?
Türkiye’deki iş çevreleri mitingi nasıl değerlendirdi?
Yabancılar mitingi ve verilmek istenen mesajı nasıl değerlendiriyor?
Türk aydını bu mitingi nasıl değerlendirdi ve ne tür ders çıkardı?
Daha pek çok soru sorulabilir.
Akademisyenler Süreci Tartışmalı
Benim de coşkulu gördüğüm, ağırbaşlı bu miting ve verilen mesajlar konusunda değişik kesimlerin başta aydın ve akademisyen hocalarımızın bize yakışır bir şekilde konuyu tartışmalarında zenginlik duyacağımı belirtmek isterim. Özgür düşüncenin en üst düzeyde işlendiği ortamlarda nitelikli çoğunluktan çok nitelikli söylem ve eylemleri tartışması ve analitik yorumların katılması gerekir. Ancak kısır süreçlere girmeden olgular çerçevesinde konunun enine boyuna değerlendirilmesinin uygun olacağını düşünüyorum. Sanırım bu konuda aydınlara beklentiler de oluşmaya başlamıştır. Üniversitemize de tartışmak yakışır.
Prof. Cahit ARF Üniversiteyi şöyle ifade ediyor; “Üniversiteler gerçeklerin tartışılarak arandığı kurumlardır.Tartışma olmayan yerler üniversite değildir.”