Bu sözler Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a ait. Partisiyle ilgili bir özeleştiri yapmak istedi ama kendi partisinden gelen tepkilerle tekrar bir açıklama yaparak ortamı yumuşatma gereği duydu.
Geçen haftalardaki son tutuklamalarla eğitime gönül vermiş kişilerin bu soruşturma kapsamında alınması tepki gösteren çevrelere Hükümetin Bakanını da kattı. Tepkilerin hangi çevrelerden olduğu ya da ne kadar çok olduğu önem taşımıyor. Tutuklamalar oluyor, tepkiler yükseliyor, sonra tepkiler duruluyor, arkasından yeni gözaltılar oluyor. Ve bu anlamda bitmeyen, sonu gözükmeyen bir süreç devam ediyor. Halkın merakla beklediği bir son mutlaka olacaktır.
Türkan Saylan, son ve 12. dalganın ardından hasta haliyle ekranlardan inmedi, inemedi. En büyük ayıbı ise, hastalığı nedeniyle taktığı eşarbı çirkince haber yapan ve bunu bir intikam gibi dile getiren basın organı oldu. “Ömrü başörtü düşmanlığıyla geçti, ömrünün sonunda başörtü takmak zorunda kaldı” diyen gazete (Yeni şafak) Türkan Saylan’ın ömrünün sonuna geldiğini de ilan ediyordu. Oysa ‘kimin kimden önce öleceğini Allah bilir’ mantığına en çok o gazetenin sahip olduğu düşüncenin saygı göstermesi beklenirdi.
Eğitimcileri, profesörleri hedef alan 12. dalga sanki Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine destek olsun diye yapılmış gibi bir durum hasıl oldu. Yazılıp çizilenlere göre, Dernek, ardı arkası kesilmeyen bağışlarla ihya oldu. Bu öyle bir gerçek ki, bazen tepkiler sokağa fırlamaz ama desteğe dönüşür. Mağdur olduğu algılanan taraf desteklenirken karşı taraf birden bire destek kaybeder. Bakan Ertuğrul Günay da sanırım bunu söylemeye çalıştı. Yoksa partisinin, mensubu olduğu Hükümetin yanlış yapmakta olduğunu değil.
Başkent Üniversitesi Rektörü Mehmet Haberal, Erol Manisalı ve daha birçok ünlü isim de bu dalgada vardı ama odak noktası Türkan Saylan oldu. Çünkü o bir eğitim neferiydi. Eğitime gönül vermiş kişilerden ne kötülük gelirdi ki? Gelebileceğini de söylediler. Misyonerliğin yayılmasına hizmet ediyormuş bu dernek. Bu da bir takım çevrelerin çamurundan öte bir şey olmamalı.
Baba Beni Okula Gönder Kampanyası özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki okula gönderilmeyen kızlar gerçeğine karşı başlatılmıştı. Bu kampanya da olmaması gerekli bir düzlemde kamuoyunun önüne getirildi ve bu da ters tepti. Doğu ve Güneydoğu’da bu tür kampanyalara çok fazla ihtiyaç olduğunu herkes biliyor. O nedenle eğitime dönük böyle kampanyalar kösteklenmemeli, desteklenmelidir. Bir yerde bir yanlış varsa eğer mutlaka su yüzüne çıkar.
Çok para giriş ve çıkışı olan dernekler, eğer ki birtakım yerlerden korunmuyorsa, zaten inceleme altındadırlar. Sivil toplum örgütlerinin emeklemekten öte gidemediği ülkemizde çok anlamlı ve doğru çalışma yapan dernekler, Türkan Saylan gibi toplum gönüllüleri hırpalanmak yerine ödüllendirilmelidirler.
Herkes eğitim der. Herkes sivil iradenin güçlü olması gerektiğini söyler. Ama herkes fedakârca gönüllü olmaz. Gönüllüleri, topluma gönül verenleri bırakın gönüllerince çalışsınlar. Herkes eleştirir ama herkes bir Türkan Saylan olamaz.
Bugün 23 Nisan
Bugün 23 Nisan Ulasal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.
Hem egemenlik hem de çocuk bayramı. Tüm çocuklarımızın, polise taş atmak yerine bayramlarını yaşamalarını arzu ederdi gönül.
Bir tarafta Cumhurbaşkanının, Meclis Başkanının, Başbakanın koltuklarına sembolik olarak oturan çocukların mutlu görüntüleri, bir tarafta çocukların sevinçli kutlamaları verilirken diğer tarafta polise taş atan çocukların tazyikli su önündeki görüntüleri yansıdı ekranlara. Çocuklar adına gerçekten üzülmesi ve düşünülmesi gerekli bir tablo.
Her şeye rağmen tüm çocukların Çocuk Bayramı kutlu, gelecekleri aydınlık olsun