Aşka dair her şey çok tüketiliyor. Onun sırrını araştıranlar artık en popüler insanlar arasında yerlerini alıyorlar. ınsanlık tarihi kadar eski olan aşkın konuşulmayan bir yönü hemen hemen de kalmadı. Son yıllarda da “kimyası”na el attılar. Kimi aşkın aşk bir “içgüdü” olduğunu söylüyor. Bazıları ise bedendeki birtakım salgıların onu yarattığına inanıyor. Aşkın ömrü ise en çok sorgulanan konulardan biri. Çünkü onu “bir ömür boyu” yaşamak isteyenler için, kısa sürmesi pek anlaşılır değil. Aşk gibi bu olağanüstü bir duygunun kısalığına da açıklık getiriyor bilim adamları. Merak ediyorsunuz şimdi aşkın ömrünü, ama vereceğimiz haber iyi değil! ABD’nin Rutgers Üniversitesinde çalışan va bu konu ile ilgili araştırmaları ile tanınan Dr. Helen Fisher’a göre büyük aşk bile 4 yıllık sürüyor! Bunun nedeninin ise sadece bedenin kimyasıyla ilgili olduğunu söylüyor araştırmacı.
ılk görüşte aşkın sırrı
Bu sürenin sırrı da yine bazı salgılarla bağlantılı. Fenilalanin, noradrenalin ve dopamin hormonlarının salgısı hızlandıkça aşk sürüyor Fisher’a göre Onlar yavaşladığında ise beden aşka veda ediyor. Diyelim ki birini gördünüz ve fena halde tutuldunuz. ışte bu anda beyine sinyaller gidiyor. Arkasından da bui hormonlar faaliyete geçiyormuş. Bizde de bu konuda yapılan araştırmalar var. Örneğin Maltepe Üniversitesi Fizyoloji Ana Bilin Dalı Öğretim Üyesi Doçent Dr. Güler Öztürk’ün yaptığı araştırma da ilginç. ılk anda aşık olmanın salgısından söz ediyor araştırmasında Öztürk. Uzman, “feniletamin” adlı bir salgının o çarpıcı etkisini araştırmış. Karşı cinsle karşılaştığında, ilk anda “çarpma” etkisi yaratıyormuş o hormon.. O aşkın ömrü ile ilgili biraz daha insaflı. Aşkı meydana getiren hormonların salgıları ile bağlantılı olarak, ömrünün 5 yıl sürdüğünü söylüyor.
Suçlu kimya!
Tabii görüşler çok farklı. Örneğin soyumuzun devam etmesi için uydurulmuş bir şeydir, diyenler var ve romantikleri onlara şiddetle karşı çıkıyor. Bunu öne süren araştırmacıların iddiasına göre, birbirine tutulan çift, aşkın ardından evlenip, çocuk sahibi olduğunda sona yaklaşılıyor. Yani “aşk” orada gizli bir görev peşinde sanki. Örneğin, “Hayatım senden bir bebeğim olsun istiyorum” diyen kadına bunu söyleten aşk, görevini başarıyla ifa etmiş sayılıyor! ışte aşkı, evlilikti, çocuktu derken dört yıl geçiyor herhalde… şimdi hepinizin aklına neler geliyor kimbilir. Ama “gerçek” bu maalesef. Bu somut durumu bazen gözlemliyoruz da… Çocuk sahibi olana kadar birbirini deli gibi seven eşler, bebek olduktan sonra kadar “değişirler” değil mi? Hatta bazı çiftlerde ilişki çatırdama noktasına gelir. “Neden neden” diye sabahlara kadar kafa patlatılır. Boşuna uğraşmayın, ne erkeğin ne de kadının suçu var bunda. Varsa yoksa, suçlu olan aşkın kimyası.
Doğanın senaryosu gereği mi?
Peki hormonlar azaldı aşk kapıyı çarpıp gitti. Ne oluyor? Çatışmalar, kavgalar, “Arada başka biri mi var?” takıntıları… Aşık olup, sevdiği adamla ya da kadınla birlikte olmak için deli divane olan çiftler için acı haber bu aslında. Aşkın kimyasını araştıran bazı uzmanlara göre, meğer yeni bir canlının dünyaya gelişi için ” senaryo” yazılıyor işte! Canım üzülmeyin onun da formülü de var. Evlenince aşkın sevgiye dönüştüğü söyleniyor. Yani uzun yıllar sevgiyle idare edeceksiniz. O da sanırım aşkın kimyasal üretiminin sona erdiği devreden sonra oluşuyor. Doğanın zamanlaması harika yani! Aslında bu araştırmalar farklı boyutlara geldiğinde kimbilir başka şeyler de duyacağız. Zaman geçtikçe, çok farklı boyutları da ortaya çıkacak. Bu alanda o kadar kafa patlatılıyor ki, yeni araştırma kitaplarını okuma firsatı da bulacağız mutlaka. Aslında can sıkmaya değmez. Mizahçılara da konu olur ve gülmek isteyenlere daha fazla malzeme çıkar. Ben bir senaryo yazdım bile. Kadınların en fazla duymak istediği şey ne? “Ömür boyu aşk.” Öyle bir kimya olmalı ki aşk bir yaşam süresince devam etmeli. Belki gün gelir labortuarlarda böyle bir hormon keşfedilir, isteyen kadın da sevdiği erkeğe enjekte etmeye kalkar , kimbilir?
Bırakın, gizemli kalsın
Aşkın sırrı ile ilgili daha çok tez var ama bu onlarca kitap dolduracak bir konu. Fakat bunun bu kadar araştırma konusu olmasından rahatsız olan aşıklar da var. Beynimizdeki kimyasal dengeleri belki bilmemek daha iyi diye düşünenlerin sayısı da az değil. “Aşkın gizemi de anlamlı. O, bu bilinmez haliyle de hoş. Kısa da olsa onu yaşamak güzel” diye düşünenler anları yaşamaya razılar.
“Sevgililerine bağımlı olanlar aşk sona erince büyük acı çekiyorlar, peki bu ne olacak?” dediğinizi duyar gibi oluyoruz. O da aşkın bir başka özelliği. “Aşkın acısını da yaşarım o bile güzel” diyenler yok mu? Neyse, aşkın sırrını gece gündüz araştıran bilim insanları, “sadakat” hormononu da bulur elbette. Aslında, ‘Oxcytocin’ ve ‘vasopressin’ adlı iki hormonu keşfetmişler. Sadakat ve çok eşliliğin bu iki hormonla ilgisini tesbit etmişler bir şekilde. Bunların üzerinde yapılan bazı deneyler var. Elbette henüz netlik kazanmamış ve yıllardır uzmanları meşgul eden çok araştırma var. Belki de yıllar sonra yapılan çalışmalar sonucunda, eşine sadık erkeklerin sırrı da ortaya çıkacak. O zaman da herhalde, çok eşliliğe davetiye çıkaran araştırmalar kadar bu tip tezler de popülerlik kazanacak. (Erkekler bundan hoşlanmayacak tabii ki ) “Bedenimizde ne gibi hormonal fırtınalar kopuyor ki, kadınlar bağımlı oluyor, erkekler aşka merhaba dedikten sonra uçup gidiyor” gibi sorulara da yanıtlar bulunacak elbette..
Sözü noktalarken, geçenlerde bürosuna gittiğim bir arkadaşımın masasında gördüğüm yazıdan da söz edeceğim: “ınsanın sürekli aşık olabilmesi için hiç evlenmemesi lazım” diyordu söz konusu yazı. (Yeni boşanmıştı tabii) Eh, ne kadar çok insan varsa o kadar da aşka dair tez var bu dünyada… Ama sanki bu biraz doğru gibi ne dersiniz?