CNN-Türk ekranından verilen, suça itilen çocuklarla ilgili bilgiler oldukça çarpıcı ve şu şekilde:
- ıstanbul’da, suç işleyen 15 bin çocuk var. Bunların 10 bini, Doğu-Güneydoğu ağırlıklı olmak üzere dışarıdan getirilen çocuklar.
- 2002’den 2003’e geçişte suça itilen çocuk sayısında %50 artış gözükmektedir.
- Suç işleyen çocukların %80’i aileleriyle birlikte yaşıyorlar.
- Suç işleyen bir çocuk, Çocuk Esirgeme Kurumuna yerleştirildiği zaman, ailesi yada çıkar grupları tarafından yuvadan kaçırılıyor.
- ısmi gizli tutulan bir kız çocuğunun, 11 yaşından 17 yaşına kadar işlediği suçlardan dolayı 102 dosyası bulunuyor.
- Yasalara göre, 0-15 yaş arası çocuklar adli tatbikata uğramıyor.
Ana başlıklar halinde özetlemeye çalıştığım çocuk suçlular konusu bu şekilde. Suçun mahiyeti hırsızlık.
ıfade edildiğine göre; Doğu-Güneydoğu Bölgelerinden kaçırılarak yada ailelerinden para karşılığı kiralanarak ıstanbul’a getirilen 12-16 yaş civarı çocuklar, çıkar grupları tarafından hırsızlık yapmaya zorlanarak çalıştırılıyorlar.
Hırsızlık ve çalışmak… Her ne kadar tezat gibi dursa da, bir arada kullanılan bu iki kelime, bir eylemi ve çalışmayı anlatıyor. Çok yadırganacak bir durum yok aslında. Hırsızlık da bir meslek ve çalışmak gerektirir…..(!)
Hırsızlık yaptırılmak amaçlı kaçırılan çocukların, Türkiye’nin bütün bölgelerinden getirildiği söylense de, asıl kaynağın Doğu-Güneydoğu olduğu ifade ediliyor. Beni de asıl ilgilendiren kısım burası oluyor.
Çocuk hırsızlar ve onları çalıştıran suç örgütleri, göç, ekonomik çıkmazlar, sosyal etkileşim, kültürel yozlaşma, kontrolsuz nüfus artışı gibi birçok boyutuyla irdelenebilir.
Ancak benim bu konuya bakmak istediğim nokta, suça itilen çocukların Doğu-Güneydoğu ağırlıklı olması noktasıdır.
Neden Doğu-Güneydoğu ağırlıklı çocuklar, suça itilmeye daha müsait?
Akla gelen ilk nedenler, bu bölgelerdeki hızlı nüfus artışı, eğitimsizlik, kalabalık ailelerdeki ekonomik ve sevgi yetersizlikleridir. Ailede 10 çocuk, 15 çocuk… Bir anne, bir baba… Hem de işsiz bir baba. Paylaşıldıkça azalan, dilimleri küçülen bir ekmek ve paylaşıldıkça azalan aile sevgisi…. Böyle bir ortamdaki çocuk, gayet rahat bir biçimde aileden kopabilir ve suç işletmek isteyen, insan olduğu şüpheli duyarsız çevrelerin kucağına düşebilir. Nihayetin de öyle olmaktadır.
Bugün kaçırılarak hırsızlık suçuna yönlendirilen bu çocuklar, dün gene kaçırılıyorlardı. O zaman da terör anlamında, gene ülkenin önemli bir sorunu halindeydiler. Aile bağları zayıflamış, ekonomik ve sevgisel anlamda aileden kopmuş bulunan bu çocuklar, vaat edilen teklifler karşısında hep tehlikeli olanı tercih etmekten çekinmemişlerdir. Önce aileden dışlanmış olan bu çocuklar, kendi inisiyatifleri dışında, hep potansiyel tehlike anlamına gelmişlerdir.
“Sadece kaçırılan çocuklar değil, göçle gelen ailelerin çocukları da aynı şekilde hırsızlık suçuna itiliyor, hem de aileleri tarafından” şeklinde konuşuyor ekrandaki konuk.
2000’li yılların başından beri, ülkede yaşanmış olan ekonomik kriz ve devam etmekte olan izleri, insanları hala ekonomik anlamda süründürmektedir. Bunun, geri kalmış ama nüfusça çok çoğalmış bölgelerdeki yansıması hala çok fazladır. Tıpkı Doğu-Güneydoğu’daki 10-15 çocuklu bir ailenin, bir çocuğunun eksilmesinin ve eksilen çocuğun topluma bir suçlu olarak kazandırılmasının, ailenin umurunda olmaması gibi. Çünkü zaten aile perişan. Başından gidecek her çocuk, aile için bir kurtuluş anlamına gelmektedir.
Devlet-Toplum-Aile üçgeninde;
Devletin, topluma vermesi gerekli en önemli rol; ‘ailelerin sahip çıkamayacakları kadar çok çocuk edinmek yerine, sahip çıkabilecekleri kadar çocuk edinmeleri ve edindikleri çocuklara sahip çıkmaları’ olmalıdır.