Adı ve yazdığı şehir önemli değil, “neden hep böyle konular işliyorsunuz, biraz da aşktan sevgiden bahsedin” diyor ve devamında bana gönderdiği yazı yer alıyor. Son derece güzel bir sevgi metni. Yazan kişiyi tanımıyorum, ilk kez yazıyor. Belki de tanıdığım birisidir ve sahte isimle yazmıştır. Bunlar önemli değil ama bir bakıma bu yazıyı yazmama vesile oldu o mesaj.
Sevgiyi, aşkı, güzelliği duymak, okumak, istemek kadar doğal bir şey yoktur.
Birçok yazımda birçok kez belirtmeye çalıştım; ne mesleğim gazetecilik, ne toplum bilimciyim, ne de eğitimim sosyal bilimlerdir. Ben bir mühendisim. Yani teknik bir eğitim aldım.
Çeşitli şehirlerimizin yerel medyasından gelen talepler beni köşe yazarı yaptı ve bu konuda dönüşü zor bir çalışmanın içinde buldum kendimi. Hiç bir karşılık beklemediğim bir çalışma.
Yaptığım tek şey okumak, araştırmak, toplumu ve olayları gözlemlemek ve bana göre yanlış duran her şeyi doğru üslup içerisinde açık açık söylemek, yazmaktır. Beni köşe yazarı yapan özelliğimin bu olduğunu düşünüyorum.
7-8 yıldır yazıyorum ve bu işlev her geçen gün bir sorumluluk haline geldi. Tam gün çalışan bir devlet memuru, bir ev kadını, bir anne sıfatlarıyla ve bir dolu sosyal çalışmaların içerisinde belli bir yazma düzeni tutturamasam da en az haftada bir yazı yazmaya çalışıyorum.
Hangi gazete, hangi dergi, hangi site, hangi portalda yazdığım çok önem taşımıyor. Sadece Edirne’den Siirt’e kadar birçok ilde en az bir yayın organına yazı gönderdiğimi biliyorum.
Bu yazıya tanımadığım birisinden bana gelen bir mesajla girmiştim. Okuyucular beni okurken değişik konularda yazı beklemekte haklı olabilirler. Ancak benim ilgi duyduğum konular memleket meseleleri ve toplumsal sorunlardır. Dolayısıyla okuduğum ve araştırdığım kitap ve yayınlar da bu doğrultudadır. Bayanlar dünyasında böyle ağır meselelere ilgi duyan bayanlar bulmak da her zaman kolay değildir. Ama benim tercihim budur ve kendimi eğitmeye çalıştığım konularda faydalı olmaya çalışıyorum.
Bir iki hafta önce “her yerde sıla tokası” başlıklı bir yazı yazmıştım. Mardin’de çekilen ‘Sıla’ adlı dizi filmin nasıl bir toplumsal olgu yarattığını işlemeye çalışmıştım. O yazıyı öylesine küçümseyen tepkiler aldım ki, “memleket meseleleri dururken bunu mu yazdınız yani Duygu hanım” diyenler bile olmuştu.
Kısaca filmden, diziden, ya da sıradan bir konudan bahsetsem “hani memleket meselesi?” diyenler oluyor; hep ağır konuları, memleket meselelerini, metal fırtınaları işlesem aşkı, sevgiyi duymak isteyenler çıkıyor.
Buradan tüm okuyucularıma bir önerim var:
Eğer okunmasını çok arzu ettiğiniz konularda yazma formatına uygun biçimde yazarsanız yazınızı köşemde yayınlayabilirim. Köşemi bir süre için böyle bir düşünceye açabilirim.
ıki üç sene önceydi, ‘Bir Çift Yürek’ adlı kitabı okumuştum ve kitapta konu edilen Avustralya Yerlileri ‘Aborijinler’i merak ederek araştırmış, araştırdıklarımı da yazı dizisi haline getirmiştim. O yazıdan dolayı, psikopat tavırlı birisiyle uzun süre takışmamız olmuştu.
Sonuçta Aborijinler sosyal bir konuydu, ilginç bir konuydu, doğayla iç içe yaşayan ve nesli tükenmek üzere olan ilkel bir kabilenin öyküsüydü. Ama hoşlanmayan birisi çıkmıştı işte o yazıdan…
Yazmaya ilk başladığımdan beri o kadar çeşitli tepkiler aldım ki saymakla bitmez. Olumlu veya olumsuz eleştiriler, hakaretler, küfürler, övgüler… ne arasan mevcut yani ileti adresimde. Ve onların hepsini tutuyorum. Kimbilir belki bir gün o tepkileri kitaplaştırırım. Yazanların isimlerini silmek kaydıyla tabi ki…
Yazmak böylesine ağır bir sorumluluk işte. Her okuyucunun eleştireceği bir nokta vardır mutlaka yazılarınızda.