Doğal sistemler dinamik bir yapı içerisinde kendilerine özgü ve süreklilik gösteren bir denge içerisinde işlevlerini sürdürürler. Sistem de bütün etkileşimler belirli bir denge esasına göre işlediği için dünyanın herhangi bir noktasında meydan gelebilecek herhangi bir fiziksel veya biyolojik değişme bir başka bölgede etkisini gösterecektir. Doğanın bu bütünselliği kendisini yaşamın diğer alanlarında da gösterebilmektedir. Doğa, yasalarını (gizemini) kolay kolay açığa vurmadığı için biz bilimciler doğanın yasalarını tümevarım veya tümdengelim yöntemleri ile çözümlemeye çalışmaktayız.
Doğadaki süreçlerin benzerleri sosyal yaşamımızda da görülebilmekte fakat çoğu zaman içinde bulunduğumuz girdabın neden ve niçin olduğunu anlayamayız. Bazen anlamsız tartışmalar ‘yumurta-tavuk’ örneğindeki duruma dönüşmektedir. Her olayın bir sonuç ve her sonucun da bir nedeni olduğuna göre, olaya bir bütün olarak uzaktan kuş bakışı ile bakıp resimdeki karelerin ‘puzzle’ nasıl oluştuğunun görülmesi gerekir.
Kuş bakışı bakabilmek deyimi aslında temelden olaya uzaktan bakıp onu bir bütün olarak görebilmektir. Bu şekilde olay ve olgular arasındaki ilişkiyi görmeyi ve tümevarım ilkesine uygun olarak olayı bir bütün olarak görebilme şansı sağlamaktadır. Olayı bütünsel olarak göremeyen veya kavramayan kişinin olayın perde arkasını görme şansı olmadığı gibi geleceğe yönelik olarak da strateji çizme şansı da pek olmayacaktır.
Örnek olarak seyir halindeki bir aracın şoförünün bir durumda yukarıdan ucan bir helikopterden veya uydulardan aldığı görüntülerle önüne çıkacak virajlar veya yol durumu hakkında bilgi sahibi olması ve ona göre önünü görerek emin bir şekilde hareket etmesi ile bunun tersi durumda yine seyir halinde yoluna devam etmesi fakat önüne çıkacak tehlikeleri ve virajları görmeden tam gaz giderek olası kazaya neden olması gösterilebilir. Boyu 10 metreleri bulan ağaçlardan oluşan bir ormanda dolaşan birinin ormanın genel görünümü hakkında sağlıklı bilgi sahibi olamaması gibi uçaktan ormanlık alanın üzerinden geçerken alanın peyzajı ve bazı renk tonlarından faydalanarak ormandaki çeşitlilik ve ekolojik değişimler hakkında bilgi sahibi olması mümkündür.
Sosyal bilimlerde toplumsal olaylara yaklaşımda olayı uzaktan görebilmek, yeni yaklaşımların ve olası toplumsal hareketlerin önceden kestirilebilmesi katkıda bulunacaktır. Kuş bakışı yaklaşım biz bilimciler için araştırma bulgularının yorumlanmasında büyük katkı sağlamaktadır.
Soğuk savaş döneminin dünyada ve ülkemizde yarattığı olguyu bütünsel olarak görmeden ve anlamadan her alanda içinde bulunduğumuz çıkmazı anlamamız mümkün olmayacaktır. Eğitimden askeri yapılanmaya, sokaktaki insanın yaşam biçiminden dini inançlarımızın yaşanmasına kadar bir çok konu soğuk savaş döneminde önümüze konulan planın bir parçası olarak yeni yeni anlaşılmaktadır. Her alandaki ilkesizlik, kuralı ve çıtası belirli olmayan işlerin temelinde bu anlayışın sonuçları bulunmaktadır. Soğuk savaşın hedefini bilmeden bugün ülke olarak içinde bulunduğumuz çıkmazları anlayamayız. Hele Ortadoğu’daki kanı ve gözyaşını anlamamız hiç mümkün olmayacaktır.
Bilimcilerin uyarılarına karşın trafikte gördüğümüz ‘bize bir şey olmaz, ne olacak canım’ gibi düz sözlerin yarattığı yıkımdan alınacak ders yerine bireysel suçlama, sorumluluk almamak, sürekli şikayet gibi yollara sapılmaktadır. Gelişmiş kişiler ve toplumlarda ise ‘bundan alınacak bir ders mutlaka vardır’ diyerek olay irdelenir ve sebep-sonuç ilişkisi cesurca ve soğukkanlılıkla incelenir ve çıkarılan derse göre kişi tavrını belirler. Bizim gibi duygusal toplumların eğitim sisteminde artık bütünsel bakış açısının öğretilmesi zorunlu görülmektedir. Bütünsel bakabilme bir diyalektik bakış açısı olup ‘ne neden olur? Nasıl olur? Ne olursa ne olur veya ne olmaz?’ Bu tür sorular sistematik yöntem bilimi içerisinde irdelenirse daha öğretici ve aydınlatıcı olacaktır. Bu yöntem öğretisi kişiye farkına varma bilinci kazandırmaktadır. Bütünsel düşünme yöntemi ve öğretisi içinde kişinin her olayda sorumluluğu olduğunun bilinci öğretilmelidir. Ekosistem bilgisi içerisinde herşey bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olduğu gibi her olayda bizlerin bireysel olarak sorumluluğu bulunmaktadır. Ayrıca bu öğretide her durumda ‘yapabileceğin bir şey vardır ve bunu yapmakla yükümlüsün’ eğitimi verilmelidir. Dr. Erdal Atabek buna ‘etkinlik eğitimi’ diyor. Ve bunun insanı hiçlikten, değersizlikten ve ruhsuzluktan kurtardığını belirtiyor. Böylece kişiye kendi varlığının bilinci ile özgüveni gelir ve sorumluluk duyar olaylara ve olgulara karşı.
Son yıllarda her yağıştan sonra bir ilimiz sele kurban gider, hep göz yaşı, hep perişan aileler ve bildik sözler. Çoğumuz sormayız ne oluyor da bugüne kadar sele yenik düşmeyen alanlar şimdilerde sel baskınına uğruyor. Hızla gelişen tarım dışı arazi kullanımı ve kentleşme ile artan sel baskınları arasında yüksek düzeyde ilişki bulunmaktadır. Artan yoksulluk, göç, çarpık kentleşme ve sanayileşme kırsal kesimden kentlere yüksek bir göç dalgası yaratmıştır. Uzak görüşlü ve sistematik düşünme alışkanlığı ve yeteneği olmayan toplumumuzda önce sonuç oluşur, yani kaza yada sel oluşur, sonra onun gereği düşünülür.
Bütünsel bakamamaya bir diğer örnek de ıstanbul’da alt yapısı hazırlanmadan açılan Olimpiyat Stadyumunda oynatılan maçta görülmüştür. Yol yetersiz ve on binler gidişte ve gelişte yollarda perişan. Hani derler ya tam ‘Türk işi’. Bunun anlamı plansızlık ve programsızlıktır. Çağdaş toplumlarda bu tür durumlarda çok yönlü olarak olay düşünülür, planlanır ve son aşamada ise harekete geçilir.
Tabii bir tek yanlış yapan biz değiliz. Eski Sovyetler Birliğinde tarım bilimcileri iyi niyetle Aral gölünü besleyen tatlı su kaynaklarının tarım alanlarına yönlendirerek birim alandan daha fazla ürün almayı hedefliyorlardı. Nihayet kanallar açıldı, ilk yıllarda verim artışı sağlandı fakat kısa süre sonra Aral gölü kurumaya başladı, tarım toprakları tuzlulaşarak verimsizleşti. Sonuç ekolojik felaket, bölgeye özgü binlerce bitki ve su canlıları yok oldu. Sonunda Aral’a yakın kentler kuruyan gölden esen kum fırtınalarının etkisinde kaldı. ışte tek yönlü fakat iyi niyetli düşünmenin sonucu.
Fransız filozofu J. J. Rousseau (1712-1778) diyor ki ‘doğa hiçbir zaman bizi aldatmaz, birbirlerini aldatan her zaman insanlardır’. Yine Alman filozofu Hegel (1770-1831) ise ‘dünyayı anlayışla göreni, dünya da anlayışla görür’ diyor ve Hegel’in öğretisinin anlamı şudur: isteseniz de istemeseniz de doğanın yasaları gerçekleşir. Biz doğanın yasalarını öğreniriz ve çıkarımız doğrultusunda yönlendiririz. Bunun adı bilimdir ve mühendisliktir. ınsanın insan olma sürecinde doğaya hükmettiği ve doğadan öğrendikleri ile doğal felaketlerin önüne geçtiği ispatlanmıştır. Bu süreçte insan, öğrendiklerini yazıya dökmüş ve bunları kuşaklar boyu geliştirerek bugün mühendislik disiplini olarak öğretilmektedir. Gazeteler, Türkiye’nin insan kaynakları ve gelişimi yönünden dünyada 85’ci sırada olduğumuzu belirtiyor. Okullaşma oranı, milli gelir, cinsiyetler arası ilişkiler, bölgesel gelişme farkları gibi ölçülerle belirlenen BM endeksine göre Türkiye, AB adayı 13 ülke arasında en alt sırada yer alıyor. Yaklaşık 200 yıl önce yaşayan alman filozofu Goethe’nin diyalektik bakış açısı bu tür felaketlerin önceden görülmesi için son derece önemlidir. Ne diyor Goethe: ‘Doğada hiçbir şey tek başına ve yalnız değildir. Doğada her şey; önündeki, ardındaki, üstündeki, altındaki, sağındaki, solundaki şeylerle bağlantılıdır’ diyor. Son derece öğretici ve ders almamız gereken ve yaşamımız boyunca her olaya böyle bakmamız gerektiğinin en güzel örneği.
Her olay aslında bir sebep-sonuç ilişkisi olup bu ilişki her zaman doğrusal değildir. Karşılaştığımız her olay bir sonuç olup bunun bir de nedeni vardır. Bir başka deyişle karşılaştığımız sonucun bir de perde arkası bulunmaktadır. Olayın perde arkası genelde anlaşılmayan olay hakkında doğru tahlil yapmak mümkün değildir. Özellikle sosyal bilimlerde her zaman olayın perde arkası dikkate alınarak analiz yapmak gerekir. Yoksa yumurta-tavuk hikayesinden öteye geçilmez.
Doğru’yu ve iyi’yi bulmak kolay değildir. Ama bize göre her yeni koşulda doğru nedir, iyi nedir diye sormasak herkes kendi yaptığını doğru ve iyi sayabilir. Bu ise mutluluk özlemimizi karanlığa gömer. Sokrates de bu sorulara kesin yanıtlar bulamıyordu, ama aramaktan hiçbir zaman da vazgeçmiyordu. Olayları değerlendirirken göreceli doğruya ulaşmak için, önümüze konulan bilgi ile yetinmeyip daha ciddi olarak düşünmek ve araştırmak gerekmektedir. Acaba ben de yanlış yapabiliyor muyum? Ben ne kadar sağlıklı düşünüyorum deyip olayın karşıt boyutunu düşünerek, yetişkin bir birey bakış açısı ile olayların irdelenmesi gerekir.
Bu bağlamda felsefe ve tarih öğrenimi yaşamsal bir öğretidir. Neyin yaşandığını, nasıl yaşandığını, neden yaşandığını öğrenmek çok önemli bir işlevdir. Aynı zamanda bir beceridir. Bu beceri tabii sistematik bilgi toplama, yöntem bilimine sahip aydınlık ve önünü görebilen insanların yapabildiği bir işlevdir. Yöntemsel davranamayan bireyler veya toplumlar sürekli başına gelen olayları ya kader yada başkasının yanlışına dayandırmaktadır. Dr. Erdal Atabek ‘Öğrenmenin Bedeli’ adlı köşe yazısında toplumların başına gelen olumsuzluklarda tarih tekerrürden ibarettir özdeyişinin arkasına sığınılarak geçiştirilmektedir’ demektedir. Tarihçi E.H.Carr ‘Geçmişini anlamayan, onu bir kez daha yaşamak zorunda’ der.
Mimar Cengiz Bektaş, ‘zamanı iyi kullanmayı beceremeyen insan bir yerlere tutunmak ister’ der. Ahmet Haşim, ‘geriye bakarak ileriye yürünmez ve ayağı takılır düşer insan’ der. Hele bir de geçmişi biçimsel şeylerle kopya etmek, o kültüre hiç layık olmamak demektir. Felsefesiz yaşamak, bilinçsiz yaşamakla eşanlamlıdır, diyor bilge Melih Cevdet Anday ‘Felsefe soru sorma sanatıdır, soracağız, yanıtlamaya çalışacağız, yanıtlayamasak ya da yanıtlarımız olayları yanıtlarsa gene soracağız’ diyor.
Üniversiteler de maalesef bütünsel (holistik (topyükün)) bir bakış açısına sahip olmadıkları bugün içinde bulundukları durum net olarak ortaya koymaktadır. Bugün üniversitelerin bilim politikalarının, stratejilerinin ve çizilmiş hedeflerinin olmadığı görülmektedir. Bilim, felsefe yapma yanında bilgiyi teknolojiye dönüştürme, adam yetiştirmeyi bir bütün olarak algılamak için gerekli düşünsel donanıma sahip olması gerekir. Olaylara bütünsel sezgi içerisinde bakılmadığı için çevrede olup bitenler anlaşılamıyor tahlil edilemiyor ve sonuçta bulunan da ne anlama geldiği anlaşılmıyor. Çoğu zaman sadece ders vermek, bir iki yayın yapılarak bilim yapıldığı sanılmaktadır. En azında üniversitelerin olaylara bütünsel bakış açısı ile yaklaşması, ülkenin aydınlık geleceği için önemli olacaktır.
Bilinçli olarak kendisini tanımak, sorununun ne olduğunu bilmek, bilinmeyenin nedenini sormak ve yanıtını aramak kişinin geleceğini daha iyi planlamasına yardımcı olabilir. Bütün bu olgular, olaylara bütünsel bakmamızı, her olayı önemseyip işimizi ciddi yapıp şansa yer vermeden gerçekleştirmemiz gerektiğini ortaya çıkarmaktadır. Olaylara bütünsel bakabilenler daha ilkeli ve sistemli yaşadıkları için daha az sorunla karşılaşmakta ve daha mutlu bir yaşam şansına sahip olmaktadırlar. Batı toplumların doğu toplumlarından farkı da bu değil mi?
Yaşama ve olaylara bütünsel bakabilme dileği ile saygılarımı sunarım.