TÜRKıYE CEPHEDE SAVAşI KAZANIYOR FAKAT MÜZAKERE MASASINDA KAYBEDıYOR
Son günlerde ülkemizin doğrudan ilgi alanında olan Kıbrıs, Irak, AB ile ilgili hareketli konuları, basında tartışan dış politika uzmanları ve yazarları sık sık “Türkiye cephede savaşı kazanıyor fakat müzakere masasında kaybediyor” diyorlar. Bu söz çok anlamlı ve üzerinde durulmaya değer nitelikte. Bir ülkenin müzakere gücü doğrudan ekonomik ve askeri güce bağlı olduğunu biliyor, ancak konunun bir diğer boyutunu tartışmak istiyorum o da müzakereci ve konuyu tartışabilecek alt yapıya sahip bireylerin yetiştirilmesi yani eğitime değinmek istiyorum.
NE ARADIğINI BıLEN TOPLUM DEğıLıZ
Tartışma kelimesinin sözlük karşılığı “bir konu üzerinde, birbirine aykırı olan görüş ve kanıları karşılıklı olarak söyleyip savunma işi”, bir diğer ifade ise “söz ya da yazı ile yapılan kavga” olarak ifade edilmektedir. Tartışma kelimesini toplum olarak çok kullanıyoruz, ancak derinliğini ve önemini başta eğitim kurumları olarak ne kadar biliyoruz ve uyguluyoruz? Bundan emin değilim. Ancak en azından üniversiteler gibi felsefi temelli bilim ve araştırma kurumlarının varlığı ve geleceğinin tartışma kültürüne verdikleri öneme bağlı olduğunu batı üniversite tarihlerinden biliyoruz.
Tartışma aynı zamanda bir konunun enine boyuna irdelenmelidir. Bir şeyi tartışabilmek için somut bir sorunun olması, bu soruna yönelik bir amacın ve hepsinden önemlisi de o konu hakkında bütünsel bir bilgi birikimine sahip olunmasıdır. Konunun bütünsel olarak diyalektik açıdan irdelenmesi gerekir.
Konunun diyalektik açıdan irdelenmesi içinde bağımsız düşünme yeteneğinin gelişmesi gerekir. Bu konu ülkemiz insanın en ciddi eksikliğidir. Hiçbir yetkili bir altının bağımsız düşünmesini istemektedir. Yetki tek elden toplandığı için gerek sistem yapılsın gerek uygulamaya yapılan her eleştiri veya görüş oluşumu sistem dışı olarak kabul edilmekte ve hızla bastırılmaktadır. Yetki kullanımı olmayan ve sorumluluk alamayan kişi de iş yapamamakta ve fikir geliştirememektedir.
Bir bireyin bir konuyu karşısındaki biri ile tartışabilmesi için kişinin çok erken dönemlerde özgüven ile yetiştirilesi gerekir. Maalesef ülkemiz insanının büyük çoğunluğunda başta belirli mevkilerdeki yetkililerde bu eksiklik kendisini hemen göstermektedir. Bugün eğitim sistemimiz çocukluktan yetişkinlik sürecine kadar (hatta bazıları yaşamaları boyunca) “sen bilmezsin”, “anlamazsın”, “seni aşar”, “büyüklerin varken sana söz düşmez”. Ortaöğretim yıllarında “sen ders çalış sınavı kazan adam ol”.
Dersler ezbere ve test sistemine dayalı. Kimse kitap oku kendini geliştir, hayatın sınavını kazan demiyor. Liseden gelen yetersiz alt yapı ve tartışmanın bilinmemesi üniversitelerde de devam etmektedir. Herhangi bir konuya farklı bir açıdan bakma, kritik etmek ve sonuna kadar savını kitlelerin önünde savunabilme şansı maalesef üniversiteli öğrenciye sunulmamaktadır.
EN BÜYÜK HAZıNE YETışMış ıNSAN GÜCÜDÜR
Bilgi toplumunun en önemli öğesi, sermayeden daha da önemli unsur olarak yetişmiş insan potansiyelidir. Yetişmiş insan potansiyeli de, yalnız öğretilmiş, elinde diplomaları olan dil bilen değil, aynı zamanda çok boyutlu ve bütünsel bakabilmen ve düşünebilin, özgüvenli bağımsız düşünebilen, yaratıcı, evrensel değer yargılarına sahip ve düşündüğünü doğru ifade edebilen kişilerin yetiştirilmesidir. Bugün gelişmiş batı toplumlarının biricik hedefi ve rekabet alanı yetişmiş insan gücünü elinde bulundurmadır. Beyin göçü ve gücü bu çerçevede değerlendirilmektedir. Bizim de ülke olarak 21. yüzyıl eğitim hedefimiz bu doğrultuda olmalı ve bu konuda taviz vermeden kararlı bir politika izlememiz gerekir.
ÜNıVERSıTELERDE TARTIşMA VE ARAşTIRMA KÜLTÜRÜ ÖğRETıLMEMEKTEDıR
Ülkemiz üniversitelerinde kâğıt üstündeki proje üretme ve dönem ödevleri pek yararlı olmamaktadır. Batılı üniversitelerde öğrenim gören hocalarımız bilirler, her hafta her derisin uygulaması varsa konu ile ilgili rapor ve tartışma istenir, yoksa dersi ile ilgili literatüre dayalı ödev istenir. Bir şekilde öğrenci bir konuyu nasıl ele alacağını her yönü ile inceler ve kritik yapar. Bu nedenledir ki batıda eleştirel bakış açısı tabii erken dönemlerde ilköğretim, orta öğretim ve nihayet üniversitelerde fikirlerin tartışıldığı ortamlar olarak gelişir ve olgunlaşır. Batı toplumlarında özellikle üniversitelerde her tür düşünce otorite tarafından şiddete dönüşmediği sürece toleransla karşılandığı gençlik kendini en iyi ifade edebilmektedir.
Bilgi paylaşıldıkça çoğalır öz değişi anlamlı. Tartışarak zenginleşmek, her düşüncenin karşıtını alarak analiz ve sentez yeteneğinin gelişmesi çok anlamlıdır. Olaylara farklı göz ile bakmasını bilmeyen kişi önüne konulan her şeyi sorgulamadan yemesine benzer. ınsan beyninin de böyle çalıştığı söylenmektedir. Uzmandalar insanın öğrenmesini kapasiteleri faklı postane şebekelerine benzetmektedirler. Ne kadar çok okunur ve irdelenirse beynin kapasitenin o denli arttığı ve olayları kavramaya o denli vakıf olduğunu belirtilmektedir.
Eğitim kurumalarımız mutlaka derslerde uygulamaya önem vermeli, öğrencileri her türlü ön yargıdan arî olarak tartıştırma ortamı sağlamalıdır. Tek tek beyinler durağan beyinleri yerine, çok sayıda kişinin tartışan ve ortak akılın yaratacağı etkinin büyüklüğü belki ülkemizin önünü açacaktır. Kim bilir. Batıda gördüğümüz “brain centre” veya “think-tank” merkezlerinin önemi çok açık. Buralarda her türlü düşünme ve tasarım beyin fırtınası anlayışı ile sergilenmektedir.
ÜNıVERSıTE ARAşTIRIR, Kışı BıLıR
Kişiler “bilir”, üniversiteler araştırır. Bilmek, ortaya çıkan gerçek hakkında yeterli bilgi edinmektir. Araştırmak ise, o güne kadar belirlenmiş bir gerçeği gün yüzüne çıkarmaktır; ya da bir bilginin yanlışlığını kanıtlamaktadır. Bu bağlamda araştırma yaparken ilgili bilim disiplinlerinden yararlanmak ve işbirliği yapmak gerekir.
Bilim yapmak için üzerinde çalıştığınız konuyu inceleme için ön sezgilerin bilgi birikimi ile bütünleştirip tartışılması gerekir. Bilimciler olarak olaylara geniş ve çapraz açıdan bakmayan kişilerin yeni buluş ve dönüşüm yapma şansımız var mı? Sorularını sormadan düşünmeden bilim yapılabilir mi? Eğitim kurumlarında otoritenin belirlediği resmi düşüncenin dışındaki düşünceler zararlıdır diye farklı düşünme ve ufukların gelişmemesi sonucu kişi profesör bile olsa kendi verilerini tartışamamaktadır. Ünlü matematikçimiz Prof. Dr. Cahit ARF “Üniversiteler gerçeklerin tartışılarak arandığı kurumlardır… Tartışma olmayan yerler üniversite değildir…” diyor.
Başta üniversiteler olmak üzere eğitim kurumlarımızın her düzeyde tartışmalara halen kuşku ile bakması yanında, her düzeyde bilimsel konularda tartışma geleneklerin olmaması ülkemiz insanının iyi müzakereci olmamsına neden olmuş olabilir. Maalesef bugün üniversitelerimiz kendi bilimsel konularını tartışmaktan uzak olduklarını görülmektedir. En büyük kanıtı da bilimde evrensel boyuta geldiğimiz düzeydir. Bu anlamda yaratıcı, eleştirel bakmayı bilen kişiyi bulmak, kaynak bulmak veya ayırmaktan önce gelmelidir. Başta eğitim kurumaları olmak üzere değişik kurumlara istediğiniz kadar mali özerklik sağlansın eğer işi yapacak kişi bilimsel düşünme, yaratma ve irdeleme yeteneğine sahip değilse eldeki para ve donanımın bir anlamı olmayacaktır. Buradan çıkarılacak ders bizim gibi ülkelerde yetişmiş nitelikli insan gücü yaratılması ve bunların doğru yerde kullanılması gerekmektedir.
Ülkemizin aydınlık geleceği, itaat eden insanlarla değil, düşünen, irdeleyen, düşündüğünü her koşulda ifade edebilen insanlara borçlu olacaktır. Atatürk’ün “Fikri hür, irfanı hür” nesil ancak o zaman ülkemizde değer olacaktır. Avrupa Topluluğuna ancak bu anlayışla gireriz ve muasır medeniyetler seviyesini yakalarız. Herkesin özgür düşünebilen, özgüvenli, bağımsız karar verebilen, yaşama bütünsel bakabilen insanlara sahip çıkması dileği ile.