Anne-babadan sonra bireyin öğrenme ve buna bağlı olarak gelişmesinde en büyük katkıyı öğretmen veya eğitmenler sağlamaktadırlar. ıyi eğitilmiş ve sağlıklı bireylerin yetiştirilmesi insanın ilk örgütlü topluma geçişinden bu yana devam etmekte olup gelişmiş toplumlar gelişmenin ve yarınlara sahip olmanın biricik geleceğinin bu nesillerin omuzlarında olduğu bilinci ile ülkelerinin milli gelirinin önceliğini eğitim ve sağlığa ayırmaktadırlar. “Yatırımların en büyüğü insana yapılanıdır” özdeyişi bugünkü gelişmiş batı toplumlarının lafta değil pratikte uyguladıkları bir anlayıştır.
Gelişmiş batı toplumlarında annelerin okur yazarlık sorununun olmaması ve eğitimin sistematik bilgi akışının öğrenciye aktarmada ciddi olarak yapılması ve kişilerin bireysel yeteneklerinin geliştirilmesinde her türlü olanağın sağlandığı toplumlarda bireyler mutlu ve öz güven bilinçleri gelişmektedir. Bunu en güzel bizim Alamancı diye tabir ettiğimiz yurtdışındaki işçilerimiz her yaz ülkemize geldiklerinde geldikleri toplumun yaşam stilini şöyle anlatırlar. ” Kişilerde iç disiplin var, yalan söylemezler, yalakalık yok, güçlünün önünde takla atmak yok, küçük çıkarı için her türlü toplumsal kural ve ilkeleri zedeleyerek uygun olmayan isteklerde bulunma yok” gibi hepimizin özlemlerini yansıtırlar. Fakat yine de bir çoğu anlattıklarının tersine kırmızı ışıkta geçerler, yere çöp veya sigara izmariti atarlar, küçük çıkarları için her yolu denerler, rüşvet teklif ederler vs. Kimsenin kötü olmadığı fakat koşulların kişiyi kötü yaptığı prensibinden hareket edersek, yukarıdaki insani sorunların, artan ekonomik kriz ve adaletsiz gelir dağılımının sorunlara paralel olarak artması sonucu eğitim ve öğretim sistemimizde bir takım eksikliklerin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. ışte bu noktada eğitim ve öğretimin önemi ön plana çıkmaktadır.
Bu nedenledir ki Cumhuriyeti kuran liderliğin ilk ve nihai hedefi olan çağdaş ve medeni bir toplum olmak için eğitim bütünlüğünü sağlamak, her yönüyle yetişmiş yurttaşlar yetiştirmek için başta öğretmenler olmak üzere tüm eğitmenlere büyük değer, görev ve sorumluluklar verilmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmenler ilçelerde kaymakamlar tarafından karşılanırdı. Her öğretmen bir diplomat gibi misyonlar yüklenirdi. Toplumun her yönden eğitilmesinden tutun da tarımsal üretimin yönlendirilmesine kadar bir çok konuda büyük uğraşlar içerisindeydiler. Cumhuriyetin öğretmenlerinin temel işlevi, cebini doldurmak isteyen bireyler değil, beynini dolduran bireyler yaratmaktı. Bunun için öğretmen sürekli okuyan örnek kişilikti. Madden değil belki, fakat ruhen mutlu, coşkulu kişiliklerdi. Büyük hayalleri ve umutları vardı, çalışan, üreten ve paylaşarak yaşayacak mutlu insanlar yetiştirme gibi. Dönemin öğretmenleri öğrencilerini öz evlatları gibi görür, onların eğitimi için her türlü özveride bulunur, çoğu zaman karlı yolları günlerce yürüyerek okullara ulaşır, bazen de filmlere konu olduğu gibi yolda donarak ölürlerdi. Dönemin öğretmenleri okullarını kendileri inşa ettiler, eksiğini kendileri giderdiler. Çocuklara tiyatroyu onlar yaparak yaşatırlardı. Yerli malını kendileri benimsettiler. Atatürk’ün öğretmenleri çocuklarına doğayı, doğanın yasalarını öğretirlerdi.
şimdiki durum hepimizin bilgisi dahilinde. Gerçekten günümüzde eğitim parçalı, ciddi bir hedef yok, zaten isteyen de yok, öğretmen yoksulluk sınırının altında bir yaşam düzeyi ile mağdur, gece ek bir iş yapanlar mevcut. Atatürk’ün gelişmiş medeni ülkeler seviyesinin üstüne çıkma hedefi geride kalmış, insanlar cebini doldurma peşinde. Doğanın yasalarının öğretilmesi yerine hurafe niteliğinde bilgiler ağırlıklı dersler ön plana çıkarılmıştır. Sınıf darlığı nedeniyle ikili öğretim bahanesi ile her türlü el işi, beceri geliştirici serbest faaliyetler öğretim programında kaldırıldığı için kişinin bireysel yeteneklerinin keşfi mümkün olamamaktadır. Parası olan çocuğunu istediği okula göndermektedir, iyi öğretmenler de özel okullarda veya dershanelerde görev almaktadır.
Öğretmen ve öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunda otoriteryan eğilimlerin yükseldiği ve bunun da eğitimin ruhuna aykırı olduğu bilimsel bir tespittir. Gazeteler Trakya Üniversitesi Sınıf öğretmenliğinden mezun öğretmen adayları arasında yapılan bir araştırmada, öğretmenlerin % 40-60 oranındaki bir kesiminin, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülke için iyi işler yaptığına inanmadığını yazıyor. Üniversitelerde ise giderek benzeri durumların oluştuğu söylenmektedir.
Ne oldu, bunca sürede eğitim Türk toplumunun çağdaşlaşmasına hiçbir katkıda bulunamadı mı? Yoksa süreç tersine mi işledi? Üniversitelere, Milli Eğitim Bakanlığına, YÖK, TÜBıTAK, TÜBA ve sivil kitle örgütlerine büyük sorumluluklar düşüyor. Nerden nereye gidiyoruz. Devir aldığımız yapı iyileşti mi yoksa kötüleşti mi diye iç eleştirisel tartışmalarını başlatmaları artık kaçınılmaz duruma gelmiştir.
En önemlisi de bütün eğitim birimlerin isteyip de başaramadığı, kendini yönetme gücünden yoksun bırakılan çocuk ve gençliktir. Kendini yönetme gücünün temeli kendini denetleyebilmeden geçer. Kendini denetleme (self-regulation) gücü ise aile eğitiminden geçmekte olup burada ilk öğretmen annenin eğitimine bağlı olarak değişmektedir. Kendini yönetme gücü, güçlükleri kendi başına yenme, sorunlarını çözebilme gücüyle belirlenebilir. Kendini yönetme gücüne sahip kişilik aynı zamanda kendi kurallarını koyabilen, kendini yönetebilen, kendini doyumsuzluktan ve yetersizlikten kurtarabilen kişiler başarının gizini bulmuş kişiler olurlar. Bunun nedeni de Atatürk’ün önemle öğretilmesini istediği Yurttaşlık Bilgisi dersinin içerikten yoksun şekilsel boyuta indirgenmesidir. Yurttaş olma bilinci bağımsız olmakla eşdeğer olup, yurttaşların (bağımsız düşünen birey) yönlendirilmesi kolay olmamaktadır. Bu bilinci kazanan ve kazandıran kişiler yaşamları boyunca daha da rahat etmektedirler. Sartre ‘özgürlük angaje olmaktır’ diyor. Kişi önce özgür olmalı ve sonra da sorumluluk verilmelidir. Hiç kimseye gereğinden fazla da güç ve sorumluluk verilmemeli. Bu anlamda çalışan ve üreten öncelikle özgür olmalıdır. Bu da yurttaş olmanın onurluluğudur.
Ünlü bir bilginin “Eğer bir toplum eğitim ve öğretime ciddi önem vermediyse o toplumun gideceği yer başka ulusların egemenliği altına girmek olacaktır” özdeyişi sanki aynen geçen yüzyılda ülkemizde yaşananlar için söylenmiştir. Genç Cumhuriyetin eğitime verdiği önemin soğuk savaş döneminde göreceli olarak askıya alınması sonucu bugün parası olan okuyabiliyor, özel kreşler, özel ilköğretim okulları ve özel üniversiteler ile ülkenin 200 Milyar dolarlık dış borç oluşum süreci arasında birebir ilişki bulunmaktadır. Soğuk savaşın eğitim üzerindeki tahribatını iyi algılamamız gerekir. Aksi taktirde ulus olarak çok bocalarız.
Atatürk’ün sık sık yenilediği ‘düşünüş devrimi’nin ve ‘düşünen insanlar yaratmanın’ yolu eleştirel düşünmeyle bilimsel düşünüşü sağlayan felsefeden geçer. Her kuşak kendinden sonra gelenlere yetki vermekte güvensiz davranıyor. Fakat öğrencilerin kitap okuması teşvik edilmeli, hocaların bu bağlamda daracık mesleki alanın dışında ufuklarının açılması için değişik kaynakları okuması mutlaka teşvik edilmelidir. Çıplak ayaklı Sokrates’in ‘Üzerinde düşünülmemiş bir hayat, yaşanmaya değer bir hayat değil’ öğretisi maalesef bugün gerçek yaşamda yerini ancak günübirlik sığ, pragma tik düşünen bir öğretiye terk etmiştir. Tabii “yaşam nedir?” diye sorgulanmadığı için Sokrates’in ve söyleminin bir anlamı yoktur. Sokrates, öğretisi ile insanın dünyaya bakış açısını değiştiriyor. Önce insan olmayı, erdemli olmayı, para ve pul ile ilişkisini ihtiyaç düzeyine indirgemeyi hedefliyor gerçek filozofun öğretisi. Bu anlamda hayata bir anlam kazandırmak gerekir. Bunun yolu da hayat için bir nedene bağlanmaktır. Bu da galiba insanda vardır.
ınsanın doğasında olmayan davranışların çoğunluğu birer öğretidir. Eğer biz kendisi ile barışık, yanı beynine ve vücuduna değer veren bireyler yetiştirebilirsek, yarınımız da daha mutlu olacaktır. Geleceğin yetişkin bireyini ilk alfabesini Abraham Lincoln’un oğlunun öğretmenine yazdığı mektupta görmek kısmen mümkündür.
Abraham Lincoln’un oğlunun öğretmenine yazdığı mektup
“Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona:
Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını… eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı…
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi…
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret…
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona.
Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini… Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır… Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım… O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum…”
Bu öğreti yalnızca çocuklar için değil, gençler ve bizim için de geçerli diye düşünüyorum. Eğer hepimiz mektupta yazılanları öğrencilerimize öğretebilirsek zannederim biraz daha farklı bir dünya yaratabiliriz. Gerçi Abraham Lincoln’un,oğlu kendisinin istediği gibi olmamış fakat öğretilmesini istediği mektuptan benim anladığım;
Tabii yaşamdan ders çıkaracak bilgi birikimine erişmesi için kişinin yaşamın çelişkilerini anlayarak yaşamış başarılı kişilerin yaşam tecrübelerini dinlemesi ve onlardan alınması gereken bir çok temel hayat bilgisi dersini çıkarması gerekir. Hayat bir bedeldir, gelişmek isteyen bunu ödemelidir. Başkasından medet bekleyen değil, kendi sorununu kendi çözebilen, kendisini tartabilen, öz gücüne güvenen kişi kendisine yardımcı olabileceği gibi çevresine de yardımcı olabilmektedir. Kolay yoldan değil, hak ederek kazanmak isteyen kişilik, hedefi olan, çalışkan, disiplinli, karakterli, güçlü olanın yanında olmayan, yöneticinin veya idarecinin tavrına göre yön belirleyen değil, iradeli kişilik geleceği parlak olan kişiliktir.
Yine de insanın kendi kendisini bireysel yetenekleri doğrultusunda geliştirmesi ve bu uğurda mücadele etmesinin önemi büyüktür. ınsanın neden yaşadığını anlayamaması, doğaya hükmederken doğayla birlikte yaşamak adına onu küçük çıkarlarına alet etmeyi nerdeyse ilke haline getirmiştir. Doğa ile barışık olmayan insan kendi doğası ile de barışık değildir ve artık kendisine yabancılaştığı görülmektedir. ınsanın mutluluğu bu aşamadan sonra daha çok mal ve sermaye sahibi olmak, mevki sahibi olmak gibi payelerde aradığı görülmektedir. Bunun için başkalarının sırtından geçinmeyi ve sömürmeyi değişik yöntemlerle geliştirmiştir. Bütün bunların ardından insanlar arasındaki dengesizlikler ve birbirine düşmanlıklar başlamaktadır. Doyumsuz, ‘Hep bana hep bana’ diyen narsist ve şarlatanlar çevresine zarar verdikleri gibi kurumların değer yargılarını da zedelemektedirler. Plinius ‘En büyük ders insanın kendi hayatıdır’ der. Thales ise “Dünyada en zor olan şey, insanın kendisini bilmesidir”. der. Bu bağlamda yaşam yolculuğu çalı çırpısı başkası tarafından temizlenmiş bir asfalt üzerinde yürümek değildir. Çiğ mazeretlerin arkasına sığınmak, el pençe durmak kişiyi geliştirmez, tam tersine başarısızlığa ve başkasının bilgilerine mahkum edecektir. Kendini geliştiremeyen yetersiz kişilik beraberinde, yalakalık yapmayı, küçük çıkar için her türlü yol mubahtır anlayışına sahip olmayı getirir. Ayrıca bu tür kişilikler üretken değil, tüketici, ben merkezli zararlı kişilik sürecine girmektedir.
Bu noktada öğretmen ve öğretim üyesi birer model olarak her zaman dikkatli olmak zorundayız. Çocuklarımıza güzel bir dünya yaratmak istiyorsak küçük yaştan itibaren sağlam karakterli ve etik kurallarına değer verecek şekilde yetiştirmeliyiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün “komutanlar astlarından bilgi ve ahlaken daha üstün konumda olmaları gerekir” sözü öğretmenlerin kulağına küpe olmalıdır. Sadi de “Ne okursan oku, bilgine yakışır biçimde davranmıyorsan cahilsindir” der. Okullarda felsefe derslerine ağırlık verilse, dünya düşünürleri okutulsa, pozitif düşünce aşılansa, saygı sevgi öğretilse ne güzel olurdu insanın insana bakış açısındaki sıcaklığı.
Çocuklarımıza hümanist bir bakış açısı kazandırmak, çevreyi koruma bilinci sağlamak, paylaşmak, aynı zamanda da mücadeleci, yaratıcı bir birey yetiştirmek istiyorsak onu erken yaşlarda bırakınız başka ülkelerin örnekleri ile beslemeyi, Anadolu toprağından çıkmış ve kendini dünyaya benimsetmiş düşünür ve bilim adamlarını örnek gösterebiliriz. Sevgide Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana, meraklılıkta Evliya Çelebi, kendine güvenmede Mimar Sinan, yaratıcılıkta, Hezarfen Ahmet Çelebi, Matematikte, Cahit Arf örnek gösterilebilir. Ayrıca dürüstlükte Konfiçyüs ve öğrenmede ise Marie Curie örnek gösterilecek kişilerdir. Liderlik davranışlarında Mustafa Kemal Atatürk örnek kişilikler olarak çocuklara okutulmalıdır. Böylece her değer bir tarihi kişilikle özdeşleştirilerek kendini ispatlamış kişilerin yöntemi çocuklara ilham kaynağı oluşturabilir. Eğer gençlerimizi dünyaya açmak istiyorsak şimdiden, Goethe, Storm, Shakspeare, Keats, Shaw, Maugham, Nash, Sokrates, Platon, Aristoteles, Machiavelli, Erasmus, Descartes gibi düşünce ustaları ve benzerleri ile dünya klasikleri okutulmalı gençler yaşam dolu coşkulu ve öz güvenli yaratıcı olarak yetiştirilmelidir.
Bu arada ülkemizin yetiştirdiği Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, Prof. Dr. Acar Baltataş, Prof. Dr. Üstün Dökmen’in sosyal psikoloji alanındaki öğretileri insan gelişimi için son derece yararlıdırlar. Ayrıca, her ana, baba, öğretmen ve öğretim üyesi Prof. Dr. Emre Kongar’ın ‘Kızlarıma Mektuplar’ adlı yapıtını mutlaka okumalıdır. Okudukça sevginin sıcaklığını iliklerinde hissediyor insan.
Öğrenimim boyunca bana emeği geçen mektepli mektepsiz tüm hocalarıma en içten saygı ve teşekkürlerimi sunarım. Tüm öğretmen ve eğitmenlerin günü, aydınlık ve öğretici olsun.