Röportajın ilk bölümünü
- burayı tıklayarak ve
- ikinci bölümünü burayı tıklayarak
okuyabilirsiniz.
Kadinvizyon.com; Geçtiğimiz haftalarda bir genç internette annemi nasıl öldüreyim şeklinde bir anket düzenledi ve gerçekten de annesini öldürdü. Sizce, Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Neler bu oluşuma zemin hazırladı?
Ayşen Gürcan; Toplumun birimi ailedir, bu tüm sosyolojik teorilerde böyle anılır. Toplumda olagelen ama olağan olmayan olaylar da bir aile üzerinden gerçekleşir. Ancak bir olayın aile içinde oluyor olması müsebbininin aile olmasını gerekli kılmaz.
Şunu demek istiyorum; efendim, bir gencin annesini katletmesinin arka planında ailenin oynadığı rol ne kadar etkili olabilir? Bir anne veya baba yavrularının sonrasında onları katletmesi için ne yapmış olabilir ki? Ya da bir evlat, bir anneye onu yoketmek adına kin taşıması için ne yaşamış olabilir ki?
Mutlaka arka planında bir şeyler arıyorsak, bunu aile içinde değil, aileyi aile olmaktan çıkartan başka unsurlara bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bunlardan birincisi; sanallaşan hayatlar, yani bir tür yabancılaşma, hayata, değerlere, hatta en yakınlarına bile. Çocuk yetiştirmede birinci mesuliyet ailede olsa bile, günümüz koşullarında sadece aile değil ne yazık ki çocuğun kendini biçimlendirmesinde. Arkadaş, okul çevresi, tv ekranı ve tabii internet ortamı.
Dışardan etkiymiş gibi görünen bu unsurlar gencin hayatı algılaması ve davranışlarına yön çizmede en az aile hatta bazı aile düzenlerinde çok daha üzerinde bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Bir gencin en yakınlarına bir öfke nöbeti ile akıl dışı bir saldırıda bulunması, hatta bunun için soğukkanlı olmasını açıklamak için sadece arka plandaki aile ilişkilerinin çok ötesinde unsurların etkisini dikkatten kaçırmamalıyız.
Özellikle kitle iletişim araçları ve son günlerde yaygınlaşan internet ortamının sağladığı “sanki varmış” gibi görünen sanal rollerin yaşama yansıması ile, gençlerimizin hayatı bir sanal dünya olarak algılayıp, davranışlarının sonuçlarını dikkate almaksızın oynadıkları bir arena haline gelmiş olmasından endişe duyuyorum. Çünkü hayattan uzak, davranışlarını kontrol etmeye dahi gerek görmeyen, sonuçlarını sanki bir sahne ortamında yaşayıp geçecekmiş gibi düşünen, her şey bir film karesiymiş gibi “gelecek ve geçecek” şekilde algılayan bir nesil geliyor. “Vur patlasın çal oynasın”, “benden bir şey isteme zaten çok yorgunum”, sorumluluklarını isteklerinin yerine gelmesi olarak algılayıp “ama benim ihtiyaçlarımı gidermek senin görevin” diyen bir anlayışı çocuklarımız kendi kendilerine keşfetmediler. 80 li yıllardan bu yana bu ortamı sağlayan- besleyen değişimler geçiriyoruz.
Özellikle çocuklarımıza rol model sunmada eğer yetersiz kalıyorsak, onun kendi rol modellerini internetten veya tv ekranından bulması hiç de zor olmayacaktır. Sadece rol model bulmak değil, bulduğu rol modelin öngördüğü davranışları da tıpkı izlediği gibi izlenecek hayatları yaşıyor saymak, belki de en tehlikelisi bu.
Çocuklarımıza bir aile ağı içinden çıkartıp, hatta onları baş köşeye koyup, onlara bir mülkiyet alanı açıp, üzerimizdeki “YÜK”lerinden kurtulmak adına, yapayalnız odalarında bırakmak, onları sözüedilen dış unsurların etkisine bırakıvermek, sonrasında oluşacak risklere de göğüs germek anlamı taşıyacaktır. Oysa ailede “yük olmak” değil, “yükü almak” esastır, bu ebeveyn için de, evlat içinde karşılıklı olacak bir unsurdur.
Onun her istediğini yapmak değil, birlikte yaşam alanını “kolaylaştırıcı ve paylaştırıcı” olmak anlamı taşır.Birlikteysek, BıR YAşARIZ düşüncesi ile kişilerin bireysel hayatlarından önce beraber hayatlarının önceliği gelir. Bunu yaşamakla birliktelik içinde aile olmak anlam kazanacaktır. Anneliğin veya babalığın sınırlarını daha öncesinde düşünmemiş olmak, evladın davranışlarının da sonucunu kestirememeye gidecektir. Sınır eylemi daraltmayacağı gibi aynı zamanda eyleme katbekat anlam da katacaktır. Ailede yükü almak esasının başlangıcını ana-baba ailesinin tüm fertlerinin yükünü alarak evladına örnek olmakla başlar, bu sevginin de temelidir. Çocuğun veya gencin her istediğini almak, madden ihtiyacını gidermek, onun iyi okullarda okutmayı yeterli saymak yük almak değil kısa yoldan “yükü def”etmektir aslında. Her şey gibi çocuk da emek isteyen, ter isteyen ve sonucunu da KDV li olarak ödeyecek bir sistemdir. Elbette yarınlar adına çocuk bakılmaz, ama ne ekersen onu biçersin düsturu ne yazık ki, en çok nesiller arası ilişkilerde gündeme getirilmiştir, bu boşuna bir getiriliş de değildir.
Röportajın devamını burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.