Genel olarak sanat, “bir duygunun, bir tasarının, bir güzelliğin ortaya konulmasında kullanılan yöntemin tümü ve yaratıcılık” olarak tanımlanmakta. Burada dikkat çeken unsurlar, yaratıcılık, güzellik ve paylaşımdır. Sanatın işlevleri daha net ortaya konulabilirken, sanatın ne olduğu konusunda objektif bir tanım üzerinde fikir birliği olamamıştır. Bu nedenle sanata ilişkin bir tanım vermektense onun anlamından yola çıkarak sanatın ne olduğunun ortaya konulması daha yararlı gibi gözükmektedir.
Sanat, sadece estetik sonuçlara yönelik güzel sanatlar ile, dil, konuşma ve mantık yoluyla ifade yeteneğini kapsayan özgür sanatlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Aynı zamanda sanatın toplumsal ve bireysel olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Böylece sanatın bireysel işlevi aynı zamanda toplumsal işlevine de hizmet etmektedir. İşte bu noktada paylaşma unsuru beğenilmenin, onaylanmanın ötesine geçerek genişlik kazanmaya başlar ki burada paylaşmanın genişlemesinden çok sanatı paylaşanlarda oluşan genişlemeden bahsediyorum.
Sanatın doğasında kişi ben sanat yapacağım, sanatçıyım diye yola çıkmaz. Bu bir algılama, yorumlama biçimini yaratıcılıkla varetme-varolma çabasıdır. Paylaşma ile birlikte sanat başlar ki tam bu noktadan baktığımızda hayattır, gerçektir. Sanatta ifade özgürlüğünü konuşurken genellikle sanat kavramı ile ilişkilendirilen güzellik, duyularımız arasındaki biçim bağlantılarının birliğidir. İnsan, duyularının önüne koyulan şeylerin biçimine, yüzeyine ve kütlesine göre davranır. Dolayısıyla bu biçim, yüzey ve kütle çağına uygun, kabul gören ölçülere göre düzenlenmişse insanın hoşuna gider. Bu da güzellik duygusudur ve aslında eski Yunan’dan doğan bir ideal felsefenin ürünüdür. Söz konusu felsefe, Apollon veya Afrodit gibi mükemmel biçimli, mükemmel ölçülü ve doğanın en yüksek noktası olan ideal insanın yüceltilmesi fikrine dayanmaktadır. Bu nedenle eski Yunan’dan itibaren insanlar sanatta bir geometrik kanun bulmaya çalışmışlar ; çünkü sanat güzellik, güzellik ahenk, ahenk de orantıların gözetilmesinden doğduğundan, bu orantıların değişmezliğini kabul etmek akla yatkın olmaktadır. Sanat kavramı hakkındaki anlaşmazlıkların çoğu, sanat ve güzellik kelimelerinin kullanılışındaki özensizlikten ve birbirleriyle ilişkilendirilme biçimlerinden kaynaklanmaktadır.
Sanat insanın kendi doğasını açığa çıkarttığı öznel bir alan olmanın yanı sıra, toplumsal olarak da anlamı olan bir olgudur. Bu nedenle devletler Anayasalarında sanatta ifade özgürlüğünden söz ederlerken, sanatı ve sanatçıyı başka bir takım hak ve özgürlüklere getirdikleri sınırlamalarla ve özellikle de devletin resmi ideolojisi ile sınırlamaya çalışırlar. Oysa, sanatta ifade özgürlüğünün kapsamı ve niteliği, devletin resmi ideolojisi ile değil, sanatın amacı, anlamı ve işlevi ile belirlenmelidir. Ayrıca sanat özgürlüğü devletlerin kendilerini geliştirmesine ve diğer devletlerle olan ilişkilerine ne denli katkı sağlayabileceği de düşünülmelidir. Sanatta ifade özgürlüğü, insanların kendilerini ifade etmelerini sağlayan bir araç olarak hem sıkı sıkıya insanın kişiliğine bağlı bir hak, hem de kültürü oluşturan, insanı toplumsallaştıran bir olgu olarak kurumsal garanti öngören bir özgürlüktür.
Sanatta ifade özgürlüğünün anlaşılabilmesi için öncelikle sanatın neyi ifade ettiğinin ve sanatın gerek toplumsal, gerekse bireysel olarak nasıl bir işleve sahip olduğunun ortaya konulması gerekmektedir.