TÜRKıYE’DE KADINA YÖNELıK şıDDET
Ayşe Gül Altınay
(Sabancı Üniversitesi)
Yeşim Arat
(Boğaziçi Üniversitesi)
Destekleyen kurum: TÜBıTAK
Araştırma süresi: Ocak 2006 – Haziran 2007 (18 ay)
Alan araştırmasını yürüten kurum: Yönelim Araştırma şirketi
Danışman: Yılmaz Esmer (Bahçeşehir Üniversitesi)
Araştırma kapsamı:
1) 27 ilden 50’ye yakın kadın kuruluşu ve 150 kadar kadınla görüşmeler, odak grup toplantıları, katılımcı gözlem ve arşiv taraması:
a. Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelenin tarihi
b. Devlet düzeyinde mücadelenin kurumsallaşması
c. Hukuk alanındaki gelişmeler
d. Temmuz 2006 Başbakanlık Genelgesi
e. Örgütlenme sorunları ve olanakları: Kadın örgütlerinin bağımsızlığı
2) Toplam 56 ilden 1800 evli kadınla yürütülen alan araştırması (yüzyüze anket uygulaması):
a. Kadınların şiddete ve kadın-erkek eşitliğine dair görüşleri
b. şiddet deneyimleri
c. şiddetle mücadele konusundaki görüşleri
ALAN ARAşTIRMASI
Örneklem:
56 ilden toplam 1800 kadına anket uygulandı. Bu anketlerin 1520 tanesi Türkiye nüfusunun tamamını temsil edecek şekilde Türkiye ıstatistik Kurumu’nun (TUıK) Avrupa’ya uyum çalışmaları sürecinde ortaya çıkmış olan 12’li ıstatistik Bölge Birimleri Sınıflaması’nın (ıBBS) birinci düzeyi (NUTS-1 – The Nomenclature of Territorial Units for Statistics) kullanılarak çekilen örneklemi yansıtmaktadır. Bu örnekleme ek olarak Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Güneydoğu Bölgeleri’ni temsilen çekilen ikinci bir örneklemle 280 kadına daha anket uygulandı. Dolayısıyla, rapor boyunca üç farklı örneklemden bahsedilmektedir.
· “Türkiye” başlığı altında sunulan bulgular, 1520 anketin sonuçlarını yansıtmaktadır.
· “Doğu” başlığı altında sunulan bulgular, Türkiye örneklemi içinde Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Güneydoğu Bölgeleri’ni kapsayan 226 anket ile çekilen 280 kişilik ek örneklemin toplamına (toplam 506 anket) dayanmaktadır.
· “Orta-Batı” olarak ifade edilen bulgular ise 1520 anket içinden Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Güneydoğu Bölgeleri dışında kalan bölgelerin sonuçlarını (1294 anket) yansıtmaktadır.
ANA BULGULAR
şiddet deneyimi:
- Her üç kadından biri eşinden dayak yediğini söylemektedir.
- Eşinden dayak yiyen kadınların yarısı bu durumdan daha önce kimseye bahsetmediklerini ifade etmektedirler.
- Yükseköğrenim görmüş altı erkekten biri eşine fiziksel şiddet uygulamaktadır.
- Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, fiziksel şiddet riskini en az iki misli artırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi şiddete maruz kalmaktadır.
- Çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddetin, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını, kadınların da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat artırdığı gözlenmektedir.
- Kendileri tanışıp anlaşarak ailelerin onayıyla evlenenlerin % 28’i, görücü usulüyle evlenenlerin % 37’si en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalmaktayken, bu oran kendileri tanışıp anlaşarak ancak ailelerin onayını almadan evlenenlerde % 49’a çıkmaktadır.
- Öğrenim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların sayısı azalmaktadır. Okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddet gördüğünü söyleyenlerin oranı % 43 iken, yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran % 12’dir.
- Alışverişe çıkmaktan aileleriyle görüşmeye kadar kadınların attıkları her adım kocanın iznine tabi görünmektedir: Her 10 kadından yalnızca biri başka bir şehre/köye eşinden izin almadan gidebilmekte, üçü eşinden izin alma ihtiyacı duymadan ailesini ziyaret edebilmekte veya alışverişe/çarşıya gidebilmekte, dördü eşinin iznine tabi olmadan komşu/arkadaş ziyareti yapabilmektedir.
- Türkiye’deki kadınların yarıya yakını Medeni Kanun’da yeniden düzenlenen mal rejiminden habersizdir. Görüşülen kadınların % 43’ü 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’dan da haberdar değillerdir.
- “Doğulu kadın daha çok eziliyor” görüşünü bu araştırmanın bulguları doğrulamamaktadır.
- Ancak Doğu bölgeleriyle Orta/Batı bölgeleri arasında çok çarpıcı eğitim ve gelir eşitsizlikleri olduğu gözlemlenmiştir. Türkiye’nin Orta ve Batı’sında okuryazar olmayan kadınların oranı % 15,5 iken, bu oran Doğu’da neredeyse üç misline çıkarak % 41,9’a ulaşmaktadır. Doğu’daki ortaokul-lise ve üniversite okumuş kadınların toplam oranı da Türkiye’nin kalanının üçte biri kadardır (Doğu % 10,6, Orta/Batı % 28,8).
Kadın-erkek ilişkileri, şiddet ve şiddetle mücadeleye dair görüşler:
- Ev işlerinin eşler arasında eşit paylaşılması gerektiğini düşünenlerin oranı % 80, kadınların ev dışında istedikleri işte çalışabilmeleri gerektiği görüşüne katılanların oranı % 87, kadınların ellerindeki parayı kendi tercihleri doğrultusunda harcayabilmeleri gerektiğini savunanların oranı % 84’tür. Kadınların hemen hepsi (% 97) kız çocukları en az sekiz yıl okula gönderilmeli görüşüne katıldıklarını söylemişlerdir.
- 10 kadından 9’una göre “Haklı görülebilecek dayak yoktur.”
- Kadınların % 70 ila % 85’i devletin erkekleri eğiterek, sığınma evleri açarak, bu konuda çalışan kuruluşları destekleyerek, ağır cezalar vererek ve polisi eğiterek erkeklerin eşlerine uyguladıkları şiddeti engelleyebileceğini düşünmekte ancak devletin bu sorumluluklarını yerine getirmediğini ifade etmektedir.
- Kadınların % 85’i Türkiye’deki sığınakların sayısının yeterli olmadığını düşünmekte, % 87’si vergilerinin sığınak açmak için kullanılmasını onaylamaktadırlar.
- Kadınların % 92’si mahkemelerin şiddet uygulayan erkeklere ceza vermesini istemektedir.
- Bu veriler göstermektedir ki kadınlar aile içi şiddeti “aile içinde” çözülmesi gereken bir konu olarak değerlendirmemektedirler.
Kadın örgütleri ve şiddetle mücadele:
- Yirmi yıl kadar önce dayağa karşı olmak radikal bir feminist görüş olarak algılanırken, bugün dayak yaygın biçimde kınanmakta, yasalarla cezalandırılmaktadır.
- Kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın örgütleri protesto eylemlerine başladıkları 1980’lerden bu yana önemli başarılar elde etmişlerdir.
- şiddetle mücadelenin yaygınlaşmasına ve bu konuda kamuoyu oluşmasına yaptıkları katkıların yanı sıra 4320 sayılı kanunun çıkmasından Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nun yeniden şekillenmesine kadar şiddetle mücadele yolunda atılan pek çok önemli adımda kadın örgütlerinin önemli bir etkisi olmuştur.
- Zaman icinde devletle ilişkiler değişmiş, protesto faaliyetlerinden öte işbirliği yapılmaya başlanmıştır. Hem kadın hareketi hem devlet şiddetle mücadelede kurumsallaşmaya yönelmiştir.
- 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi devlet kurumlarıyla kadın örgütleri arasında yaşanan etkileşimin en somut ve olumlu örneklerinden biridir. Kritik önem taşıyan bu genelge, kadın örgütlerinin yıllar içinde şekillenen taleplerinin önemli bir kısmını kapsayan bir belgedir.
- Çeşitli koruyucu ve önleyici tedbirleri öngören, bu konuda TBMM’den Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’ne çeşitli hizmet kurumlarına görev veren, eğitim, sağlık ve hukuk alanlarında yapılması gerekenleri ayrıntılı bir biçimde açıklayan genelge, henüz tam anlamıyla uygulamaya konmamıştır.
- Bazı kadın örgütleri aynı zamanda aile içindeki şiddeti dönüştürmeye odaklanan başarılı çalışmalar yürütmektedirler. Bu çalışmaların başarılı olmalarında:
a. bağımsız feminist bakış açısı,
b. etkin iletişim yöntemleri geliştirmeleri,
c. şiddet konusunda farkındalık yaratma becerileri,
d. kadınları güçlendirmeleri,
önemli rol oynamaktadır.
- Kadın örgütlerinin fiilen aile içi şiddeti dönüştürmedeki başarıları ve bunun toplumun genelindeki şiddet ilişkilerini ve kültürünü de dönüştürmeye yaptığı katkılar göz ardı edilmemelidir.
SONUÇ ve ÖNERıLER
Araştırmamız, Türkiye’de kadınların çoğunluğunun şiddeti meşru görmediklerini ve kadın-erkek ilişkilerinde eşitlik istediklerini ortaya koymaktadır. Her on kadından dokuzuna göre “Haklı görülebilecek dayak yoktur.” 1980’lerden bu yana kadına yönelik şiddetle mücadeleye odaklanan feminist siyaset doğrudan veya dolaylı olarak (örneğin medyanın söyleminde değişikliklere yol açarak) Türkiye’deki kadınlara ulaşmış görünmektedir. Bu sonuç kadın kuruluşlarının mücadelelerinde yalnız olmadıkları veya kadınlar nezdinde marjinal kalmadıkları şeklinde yorumlanabilir.
Her ne kadar kadının insan haklarından yana eşitlikçi değerler yaygın kabul görse de, yaptığımız çalışma aynı zamanda Türkiye’de her üç kadından birinin fiziksel şiddet yaşadığını ortaya koymuştur. Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az iki misli artırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz kalmaktadır.
Çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddetin, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını, kadınların da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat arttırdığı gözlenmektedir. şiddet döngüsü denen bu olgu, şiddet içermeyen bir ortamda toplumsallaşmanın önemini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda şiddete karşı toplumsal duyarlılığın artırılması, çeşitli iletişim kanalları ve ders kitapları yoluyla şiddetin gayrimeşru bir sorun çözme yöntemi olduğunun topluma yayılması önemlidir.
Öğrenim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların sayısı azalmaktadır. Bu sonuç araştırmamızda ortaya çıkan güçlü bir ilişkidir. Okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez dayak yediğini söyleyenlerin oranı % 43 iken, yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran % 12’dir. Yüksek öğrenim gören kadınların yaşadıkları şiddeti paylaşmak konusunda daha ketum davranıyor olabileceklerini ve yüksek öğrenim görmüş altı erkekten birinin eşine fiziksel şiddet uyguladığını göz önüne alsak da, eğitim ve şiddetle mücadele arasında dikkate alınması gereken olumlu bir ilişki vardır. Bu nedenle gerek kız, gerek erkek çocukların eğitime erişimlerinin sağlanmasının önemine dikkat çekmek istiyoruz. Eğitime erişim konusunda Türkiye’nin doğusu ile orta/batısı arasındaki derin uçurum ve devletin doğudaki başlıca illere yaptığı kişi başına düşen eğitim yatırımlarının Türkiye ortalamasının yarısı düzeyinde olması acilen ele alınması gereken bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aile içi şiddetle mücadele konusunda görüşlerini sorduğumuz kadınlar, hükümete, yerel yönetimlere, devlet kurumlarına ve mahkemelere bu alana müdahale etme konusunda önemli sorumluluklar yüklemekte ve yapılanları yeterli bulmamaktadırlar. Kadınlar devletin erkekleri ve polisi eğiterek, gerekirse caydırıcı cezalar vererek, bu konuda çalışan kuruluşları destekleyerek ve sığınma evleri açarak erkeklerin eşlerine uyguladıkları şiddeti engelleyebileceklerini düşünmektedirler. Bu bulgular göstermektedir ki kadınlar aile içi şiddeti “aile içinde” çözülmesi gereken bir konu olarak değerlendirmemektedirler.
şiddetle mücadele eden kadın örgütleri ile yaptığımız niteliksel araştırma, son 20 yılda bu alanda önemli bir birikim ve deneyim elde edildiğini göstermektedir. Kadın örgütleri 1987 yılında yapılan Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’nden bu yana kadınların şiddete yaklaşımlarını, kamuoyunun şiddete olan bakışını ve şiddetin adlandırılma biçimlerini değiştirmeye talip olmuşlardır. Zaman içinde şiddet gören kadınlarla yapılan dayanışma ve destek çalışmaları yaygınlaşmış ve zenginleşmiş; başta KAMER olmak üzere bazı kadın örgütleri kadınları güçlendirerek aile içi şiddeti dönüştürme yolunda çok başarılı çalışmalar yürütmeye başlamışlardır. Her türlü şiddete karşı bir duruş ve etkin iletişim yöntemleri ile şiddet konusunda farkındalık yaratmanın ve şiddet ilişkilerini sonlandırmanın mümkün olabildiğini göstermişlerdir. Başka bir deyişle, feminist bakış açısı aile içi şiddeti dönüştürürken toplumdaki şiddet ilişkilerini ve kültürünü de dönüştürmeye katkıda bulunmaktadır. Bu göz ardı edilemeyecek başarının vurgulanması ve yaygınlaşmasının desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Öte yandan, araştırmamızın gösterdiği gibi pek çok bağımsız kadın kuruluşu maddi ve ideolojik sorunlarla mücadele etmekte; bu büyük potansiyel güç destek beklemektedir.
Araştırma sonucu ortaya çıkan tabloya baktığımızda aile içi şiddetle mücadelede devlet kurumlarıyla kadın örgütlerinin işbirliğinin önemini ve gereğini özellikle vurgulamak istiyoruz. Nitekim 1980’lerde devlete karşı protesto eylemleri düzenleyerek örgütlenen kadınlar zaman içinde devletle işbirliği yapmaya ve diyalog arayışlarına girmeye başlamışlardır. 4320 sayılı kanunun çıkmasından Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nun yeniden şekillenmesine kadar şiddetle mücadele yolunda atılan pek çok önemli adımda kadın örgütlerinin önemli bir etkisi olmuştur. Yeni Ceza Kanunu, kadına yönelik aile içi şiddetin “olağan” bir durum olmaktan çıkıp onay görmeyen bir “suç” olarak algılanmasında önemli bir gelişme olmuştur. Devletin şiddet uygulayanlara caydırıcı yaptırımlar getirmesi şiddeti onaylamadığını kanıtlayacaktır. Türkiye’deki kadın hareketinin kaydadeğer katkılarıyla çıkan yeni Ceza Kanununun gereği gibi uygulanması önemlidir.
Temmuz 2006’da yayınlanan Başbakanlık Genelgesi devlet kurumlarıyla kadın örgütleri arasında yaşanan etkileşimin en somut ve olumlu örneklerinden biridir. Kritik önem taşıyan bu Genelge kadın örgütlerinin yıllar içinde şekillenen taleplerinin önemli bir kısmını kapsayan bir belgedir. Çeşitli koruyucu ve önleyici tedbirleri öngören, bu konuda TBMM’den Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’ne çeşitli hizmet kurumlarına görev veren, eğitim, sağlık ve hukuk alanlarında yapılması gerekenleri detaylı bir biçimde açıklayan genelge acilen uygulamaya konmalıdır. Ancak genelgenin uygulanmasıyla ilgili herhangi bir yaptırım bulunmamakta, genelgede belirlenen önlemlerin uygulanabilmesi için gerekli kaynak aktarımı yapılmamakta, pek çok devlet kurumu genelgede belirtilen sorumlulukları yerine getirmede yetersiz kalmaktadır.
Devletin sorumlulukları bağlamında en acil ihtiyaç şiddet mağduru kadınların korunmasıdır. Bu konuda devlet kurumları çok yetersiz kalmaktadırlar. Gerek Türkiye genelinde kadınların, gerekse görüştüğümüz kadın örgütlerinin vurguladığı gibi sığınakların sayılarının arttırılması, bağımsız kadın örgütlerinin şiddetle mücadele konusundaki deneyimlerinden yararlanılması gerekmektedir. 2006 Başbakanlık Genelgesi’nin Hizmet Kurumları bölümünün 16. Maddesi “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) için bütçeden ayrılan pay artırılmalı, kadın sığınma evleri/kadın konukevleri nitelik ve nicelik açısından Avrupa Birliği standartlarına uygun hale getirilmeli ve hizmet sunacak personelin kadın bakış açısına sahip olması sağlanmalı, anılan merkezlerin gizlilik ilkesine uygun olarak hizmet vermeleri konusunda gerekli özen gösterilmelidir” demektedir. Benzer bir yükümlülük belediyeler için de geçerlidir. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. Maddesi (a bendi) uyarınca Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyeler “kadınlar ve çocuklar için koruma evleri” açmakla yükümlü kılınmış olmasına rağmen bu konuda bir ilerleme sağlanamamıştır. 2007 Eylül’ü itibarıyla SHÇEK’in 19, Valilik ve ıl Özel ıdareleri’nin 12, belediyelerin ise 4 kadın sığınağı bulunmaktadır. Bazı bağımsız kadın örgütleri bu konuda devlet veya belediyelerle işbirliği içinde sığınakları işletmeye taliptirler. Bu bağlamda başarılı uluslararası deneyimler vardır ve onlardan yararlanılabilir. Devletin şiddeti önlemek için tedbir alması her ne kadar önemli olsa da, şiddet mağdurlarını koruması da kaçınılmaz bir zorunluluktur.